ANAYASA HUKUKUNUN KAYNAKLARI


ANAYASA HUKUKUNUN KAYNAKLARI

ANAYASA HUKUKUNUN KAYNAKLARI

Giriş

Anayasa hukukunun kaynakları; bilgi kaynakları, yaratıcı kaynaklar, sosyolojik kaynaklar ve yürürlük kaynakları olarak gruplandırılmaktadır. Anayasa Hukukunun yürürlük kaynakları olan anayasa, kanun, içtüzük, yürütmenin düzenleyici işlemleri, anayasal teamüller, mahkeme kararları ve bilimsel hukuk bu bölümde ele alınacaktır.

2.1. Anayasa

Anayasa hukukun birincil biçimsel kaynağını anayasa oluşturmaktadır. Anayasanın biçimsel kaynaklarının başında gelmesinin bir sonucu da; anayasa normlar hiyerarşisinde en üst sırada yer alır. Diğer normlar, yani kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik v.b. kurallar anayasaya aykırı olamazlar. Anayasanın üstünlüğü ilkesi 1982 Anayasasının 11. Maddesinde de açıkça belirtilmiştir. 11. maddenin 2. fıkrasına göre “kanunlar, anayasaya aykırı olamazlar”. Burada kullanılan kanun kavramı geniş anlamda kanundur. Yani her türlü düzenleyici işlem anayasa aykırı olamaz demektedir. Normlar hiyerarşisinde yeri kesin olmasa da uluslararası sözleşmeler de anayasa hukukunun kaynaklarındandır. Uluslararası sözleşmeler 1982 Anayasasının 90. maddesinde kanuna denk metinler olarak adlandırılmakla birlikte; 90. maddenin 5. fıkrasına 2004 yılında eklenen bir hükme göre, temel haklar ve özgürlükleri düzenleyen uluslararası antlaşmalar kanunun üstündedir. 90/5 mealen şöyle demektedir. “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”. Şunu da ifade etmeliyiz ki; 1982 Anayasasını ilham kaynaklarının başında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gelmektedir. Anayasanın hak ve özgürlüklere ilişkin düzenlemelerinin çoğunluğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinden birebir iktibas edilmiştir. Ancak bu durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Anayasa üstü bir norm olduğu, ya da anayasaya denk olduğu anlamına gelmez. 2004 değişikliği sonrası Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve benzeri insan haklarını düzenleyen uluslararası sözleşmeler, kanunun üstünde, ancak anayasanın altında bir yere sahiptirler. Buna göre insan haklarını düzenleyen uluslararası sözleşmeler kanunun üzerindedir. Ancak diğer sözleşmeler kanunlar kanuna denk metinlerdir. Anayasanın 90. maddesinin 5. fıkrasının 1. cümlesi aynen şöyledir: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.” Anayasanın 90. maddesinde düzenlenen uluslararası antlaşmalar, onaylanması kanunla uygun bulunan antlaşmalar ve onaylanması kanunla uygun bulunmasına gerek olmayan antlaşmalar olmak üzere de ikiye ayrılmaktadır. Anayasanın 90. maddesinin 1. fıkrasına göre “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak Andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır”. Cumhurbaşkanı, söz konusu uluslararası antlaşmayı Resmi Gazetede yayımlar, Resmi Gazetede yayımlanan uluslar arası sözleşme iç hukukta kanun gibi bağlayıcı olur. Bazı antlaşmalar TBMM tarafından uygun bulunma yasasına ihtiyaç duymazlar. 90. maddenin 2. fıkrası şöyledir: “Ekonomik, ticarî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur”. 1982 Anayasasını 90. maddesinin 3. fıkrası ise aynen şöyledir: “Milletlerarası bir antlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz”. Bu iki grup antlaşmalar, TBMM’nin uygun bulma yasasına ihtiyaç duyulmaksızın yayımlanarak yürürlüğe girerler. Bu anlaşmalar kanuna denk metinlerdir. Ayrıca uluslararası antlaşmalara karşı Anayasa Mahkemesine başvurma yolu kapalıdır. Bu antlaşmalar anayasa yargısı önünde korunmuş düzenlemelerdir.

2.2. Kanun

Kanunlar, anayasanın öngördüğü yetkili organ tarafından, gene anayasanın öngördüğü usul ve şekil şartları doğrultusunda yapılan soyut, genel ve yazılı hukuk kuralı olarak ifade edilmektedir. Bu kanunlar, normlar hiyerarşisinde anayasanın altında yer alır. Anayasanın 87. maddesine göre “kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak” TBMM’nin görev ve yetkilerinden biridir. TBMM tarafından Anayasanın ve Meclis içtüzüğünün usullerine uyularak yapılan ve Cumhurbaşkanı tarafından Resmi Gazetede kanun başlığı altında yayımlanan işlemleridir. Kanunların nasıl yapılacağı, yani nasıl hazırlanıp nasıl kabul edileceği, daha sonra da nasıl yayımlanacağı Anayasanın 88. ve 89. maddeleri ila Meclis İçtüzüğünün 73. ile 91. maddeleri arasında ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Anayasanın 88. maddesine göre kanun önermeye milletvekilleri yetkilidir. Milletvekillerinin kanun önerisine “kanun teklifi” denmektedir. Hazırlanan kanun teklifleri meclis başkanlığına sunulur. Meclis başkanlığı bu önerileri ilgili komisyona havale eder (İçtüzük m. 73). Kanun teklifi önce bu komisyonlarda görüşülür. Görüşme sonunda ilgili komisyon, kanun teklifi hakkında bir rapor hazırlayarak, kanun teklifinin reddi ya da kabulü yönünde kararını meclis başkanlığına bildirir. Meclis başkanlığı meclis programı doğrultusunda komisyon raporunu görüşülmek üzere meclis genel kuruluna sunar.

İçtüzüğün 52. maddesine göre Meclis Başkanlığı tarafından Genel Kurul’a sevk edilen kanun tasarı ve teklifleri hakkındaki ilgili komisyon raporu, en erken raporun milletvekillerine dağıtımından 48 saat geçtikten sonra görüşmeye alınabilir. Tabi ki bu raporların öncelikle ve ivedilikle görüşülmesi de mümkündür. Öncelikle görüşülme, Meclis programına riayet etmeksizin, hatta 48 saatlik süre beklenmeksizin gündeme alınması anlamına gelir. Bunun için, Meclis Genel Kurulundan ilgili komisyon tarafından talep edilmesi lazımdır. Bu durumda bu talep meclis genel kurulunda işaret oyuyla oylanarak karara bağlanır. Daha sonra da raporun görüşülmesine geçilir. Rapor ret raporu ise, Meclis görüşmelerinde kabul edilmesi durumunda kanun teklifi reddedilmiş olur. Ancak red raporu meclis genel kurulu tarafından reddedilir ise, komisyona yeni bir rapor için havale edilmiş olur. Kanun teklifi ilgili komisyonda yeniden ele alınır, aynen veya değiştirilerek kabul edilirse aynı usulle meclis gündemine alınır. Meclis görüşmelerinde Anayasanın 96. maddesi toplantı ve karar nisabını düzenlenmiştir. Buna göre mecliste bir kanunun görüşülebilmesi için Meclisin üye tamsayısının 1/3’ü ile toplanması gerekir. Meclis karar nisabı prensip olarak salt çoğunluktur. Ancak, bu nisap kesinlikle meclis üye tamsayısının ¼’ünün bir fazlasından az olamaz. Yani bir kanunun mecliste kabul edilebilmesi için meclis en az 151 kişi ile karar vermesi gerekmektedir. Ancak, tekrar etmekte yarar var, karar nisabı prensip olarak meclis genel kurulunda bulunanların salt çoğunluğudur, yani yarıdan bir fazlasıdır.

Kanun teklifinin mecliste görüşülmesi ise şu şekilde olur: Önce kanun teklifinin tümü hakkında görüşme açılır. Bu görüşmeden sonra kanun teklifin maddelerine geçilmesi oylanır. Maddelere geçilmesi kabul edilirse kanunun tek tek maddelerinin görüşülmesine geçilir. Maddelerin tek tek görüşülmesi sonrasında kanunun tümü yeniden oylanır. Bu şekilde kanun kabul edilmiş, yani kanunlaşmış olur. Eğer kabul edilmemiş ise, yani kabul nisabına ulaşılamamış ise, böyle bir durumda reddedilmiş olur ve bu kanun teklifi bir yasama dönemi boyunca tekrar meclis gündemine alınamaz. Meclisçe kabul edilmiş olan kanun, yayımlanmak üzere Cumhurbaşkanı’na gönderilir. Cumhurbaşkanı, kanunu meclise geri gönderebilir. Cumhurbaşkanı yayımlanmasını uygun bulmadığı kanunu, gerekçeli bir şekilde, uygun bulmadığı noktaları belirterek geri gönderebilir. Böyle bir durumda meclis, o kanunu noktası virgülüne kadar değiştirmeksizin aynen, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile (en az301) kabul ederse, böyle bir durumda Cumhurbaşkanı kanunu yayımlamak zorundadır. Cumhurbaşkanı tarafından Resmi Gazetede yayımlanan kanun, şayet kanunda yürürlük tarihi belirtilmemiş ise, yayımlandığı gün yürürlüğe girer. Yürürlük tarihinden itibaren de sonuçları doğurur ve kişiler açısından bağlayıcılık arz eder. Yürürlüğe girmemiş kanun herhangi bir şekilde uyuşmazlıklarda dikkate alınamaz.

Anayasalar genellikle devletin temel organları ile temel hak ve özgürlükleri ilgili düzenlemeleri ihtiva ederler. Prensip olarak anayasalar doğrudan uygulanan kurallar içermezler. Bu meseleyi daha ziyade kanun koyucuya bırakırlar. Kanun koyucu uygulama yasalarını istediği gibi ayrıntılı düzenleyebilir. Bunu yasama yetkisinin genelliği olarak da ifade ediyoruz. Yani, yasama organı istedi gibi, istediği alanda yasal düzenlemeler yapabilir. Bu düzenlemeleri de yasama organı istediği gibi ayrıntılı yapabilir. İngiliz parlamentosu için kullanılan bir ifade vardır:” İngiliz parlamentosu kadını erkek yapmaktan başka her şey yapabilir” denilmektedir. Ancak bunun da bazı istisnalarının var olduğu kuşkusuzdur. Bunlardan birincisi Anayasanın açıkça Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenmesini emrettiği konulardır. Örneğin Devlet Denetleme Kurulu’na ilişkin bir düzenlemenin cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yapılması gerekir.

Bir diğer yasama yetkisinin genelliğinin istisnası, yargı işlemi ile ilgilidir. Yasama organı maddi bakımdan yargı işlemi de dediğimiz işlemi yapamaz. Yani, bir kişi hakkında hüküm veremez. Yargı yetkisi Anayasanın 9. maddesine göre mahkemelerin uhdesindedir. Yasama yetisinin bir diğer istisnası ise; yasama organı kanunların uygulanmasından ibaret olan işlemler yapamaz. Başka bir ifade ile yasama organı, yürütmenin uhdesinde olan bir işlemi yapamaz. Örneğin yasama organı kanun ile öğretmenlerin atanması ile ilgili düzenlemeler yapabilir. Ancak yasama organı bir öğretmenin belli bir noktaya atanmasını yapamaz. Bu işlem yürütme organının uhdesinde olan bir işlemdir. Bir diğer istisnası ise; yasama organı kanun ile bir kişiye mükellefiyetler yükleyemez, kanun ile bir kişiyi yükümlülüklerinden kurtaramaz. Ayrıca, anayasa koyucu bazı işlemleri açıkça bir başka organa bırakmış ise, ya da o konuda işlem yapılamayacağını ifade etmiş ise, yasama organı bu konuda prensip olarak işlem yapamaz. Örneğin yasama organı olağanüstü hal ilan edemez. 1982 Anayasası yasama yetkisini aynı zamanda asli bir yetki olarak öngörmektedir. Yani, yasama yetkisi yasama organına anayasa tarafından verilen, anayasadan kaynaklanan bir yetki değildir. Yasama organı bu sebepten dolayı da anayasanın belirlediği amaçları gerçekleştirmek, anayasal düzenlemelere bağlı olarak uygulama kanunları çıkarmak yükümlülüğü altında değildir. Yasama organının işlemleri, yürütme organı işlemleri gibi secundum legem işlemler değil, asli, yani ilk el işlemlerdir.

Yasama yetkisi ayrıca devredilmez bir yetkidir. Anayasanın 7. maddesine göre “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez”. Yasama organı yasama yetkisini başka bir merci ya da erke devredemez.

2.3. İçtüzük

İçtüzük, yasama organın çalışma düzenini düzenleyen ve parlamento kararı olarak adlandırılan bir kurallar bütünüdür. Tüzüklere, içeriği ve düzenlediği alan itibarıyla “sessiz anayasa” da denmektedir. Çünkü içtüzük, iktidar muhalefet ilişkisini, siyasi partileri, komisyonları, yani anayasanın düzenleme alanına giren birçok meseleyi daha da ayrıntılı olarak düzenlemektedir. İçtüzük, Anayasanın 95. maddesine göre TBMM’nin kendi faaliyet alanlarını düzenlediği bir parlamento kararıdır. İçtüzüğün yapılma süreci kanunlar gibidir. Yani, tasarı veya teklif olarak hazırlanır. Mecliste 96. madde ölçütleri ile görüşülüp kabul edilir, daha sonra da Cumhurbaşkanının onayına sunulmaksızın Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girer. İçtüzükler Anayasa Mahkemesinin yargısal denetimine tabidirler. Prensip olarak parlamento kararları Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemez. İçtüzükler buna bir istisna teşkil etmektedirler. Meclis içtüzük yaparken meclisin iç işleyişi ile ilgili olmasına özen göstermek zorundadır. Şayet içtüzük vatandaşın hukukunu ilgilendiren bir düzenleme içerirse, iptali kabil bir işlem olmaktadır. Anayasa Mahkemesi içtihatlarında bu işlemlerin adı ile kendini bağlı hissetmediğini ifade etmektedir. İçerik itibarı ile kanunun düzenleyeceği bir alan düzenlenmiş ise, adı ne olursa olsun onu kanun olarak denetletmektedir. Bu özellikleri itibarı ile içtüzüklerin normlar hiyerarşisinde yeri yoktur, çünkü doğrudan doğruya vatandaş hukukunu ilgilendiren bir norm değildir.

2.4. Yürütmenin Düzenleyici İşlemleri

Anayasanın kaynakları arasında yukarıdakiler dışında normlar hiyerarşisinde sayılan diğer işlemler tüzük, yönetmelik, kaide kararname ve yürütmenin diğer düzenleyici işlemleri şeklinde sayılabilir.

2.4.1. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri

Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ilk kez 2017 yılında yapılan ve 2018 yılında yürürlüğe giren anayasa değişikliği ile hukuk hayatımıza girmiştir. Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir.

Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez. Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı konuda kanun çıkarması durumunda, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi hükümsüz hale gelir.

Kararnameler, yayımdan sonraki bir tarih belirlenmemişse, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün yürürlüğe girer.

2.4.2. Yönetmelikler

Anayasaya göre yönetmelikler, Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla çıkarabilirler. Bu hükme göre, yönetmelik çıkarma yetkisi, Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerine aittir. Bunlar kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin “uygulanmasını sağlamak” amacıyla yönetmelik çıkarabilirler. Yönetmelikleri hangi kamu tüzel kişilerin çıkarabileceği sorusu da daha ziyade icrai nitelikte görev yapan üniversite, belediye, KİT’ler, meslek odaları gibi kamu tüzel kişileri anlaşılmalıdır. Yani, bakanlık teşkilatı altındaki müdürlükler v.b. yerler yönetmelik çıkaramaz.

Yönetmeliklerin yargısal denetimine gelince; idari bir işlem olarak yönetmeliklerin yargısal denetimini idari yargı yapmaktadır. Bunlardan bazılarını Danıştay Kanunu’nun 24. maddesine göre Danıştay yapar. Daha ziyade ülke çapında uygulama alanına sahip yönetmelikler Danıştay tarafından denetlenmektedir. Diğerleri ise idare mahkemeleri tarafından denetlenmektedir. Yönetmeliklerin tamamı Resmi Gazetede yayımlanmak zorunda değildir. Hangi yönetmeliğin Resmi Gazetede yayımlanacağı, 3011 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanacak Olan Yönetmelikler Hakkında Kanun’da belirtilmiştir. Yönetmelikler, yayımlandıkları tarihte yürürlüğe girerler.

2.4.3. Yürütme Organının Diğer Düzenleyici İşlemleri

Yürütmenin Anayasada öngörülmemiş olan düzenleyici işlemleri de mevcuttur. Bunlar, kararname, karar, tebliğ, genelge, sirküler, yönerge, statü, genel emir, tenbihname, ilan, duyuru, plan, tarife gibi değişik isim altında yapınla işlemlerdir.

2.5. Anayasa Teamülleri

Hukukun yazılı kaynaklarının yanında, yürürlük kaynakları arasında aynı zamanda örf ve adet kuralları da vardır. Medeni Kanun’un 1. maddesi uyarınca, yargıcın, uyuşmazlığın çözümünde kanunda düzenleme olmaması halinde örf ve adet kurallarına dayanması bu durumun en tipik örneğini oluşturmaktadır. Keza Ticaret Kanunu’nun 1. maddesi de, örf ve adet kurallarını hukukun kaynakları arasında saymaktadır. Öğretide anayasa teamülü ağırlıklı olarak şöyle tanımlanmaktadır: “Anayasal teamül, anayasanın uygulanmasından doğan ve uyulmasının mecburi olduğuna inanılan davranışlardır”. Ancak anayasa teamülünü daha da anlaşılır kılmak için tek tek bu unsurların üzerinde durmak gerekir. Anayasa Teamülünün oluşması ile örf ve adetin oluşması, unsurları itibarıyla benzerlik arz etmektedir. Bir anayasa teamülünün oluşabilmesi için şu koşulların gerçekleşmesi gerekir:

  1. Bir anayasa uygulamasının uzun bir döneme dayanması gerekir ki anayasa teamülünden bahsedebilelim. Burada şüphesiz anayasa teamüllerinin oluşumunda kesin bir zaman diliminden bahsedemeyiz. Ancak, İngiltere’de Kraliçe 1700’lü yıllardan beri kanunları veto etmemekle bir teamül oluşturmuştur. Yani kısa bir sürede teamül gerçekleşmez.
  2. Bu uygulama ya da davranışın süreklilik arz etmesi gerekmektedir. Örneğin, 50 yıl önce uygulanıp daha sonra hiç uygulanmamış bir uygulama, teamül oluşturmaz.
  3. Belli bir yönde hareket eden organ ya da uygulamayı yapanın gerekçelerinde açıklık olması gerekmektedir. Özel bir duruma dayanan bir uygulama, teamülü oluşturmayacaktır.
  4. Teamülün bir hukuki gücü olmalıdır. Yani kişilerin teamül kuralına uyma gerektiğine dair bir inanç ya da kanaate sahip olması lazımdır. Başka bir ifade ile teamül kuralına uymamanın yaptırımının olabileceğine dair bir kanaatin oluşması gerekmektedir.

Anayasa teamülleri genellikle yazısız anayasanın olduğu ülkelerde olur. Buna özellikle İngiltere örnek verilmektedir. Ancak yazılı anayasaların oluğu ülkelerde anayasa teamülünün olmadığını iddia etmek, Medeni Kanun’un 1. maddesinin öngördüğünün aksine, kanunların var olması durumda örf ve adet kuralına ihtiyaç duyulmayacağına inanmak gibidir. Ancak anayasa teamüllerinin ortaya çıkışı, siyasi istikrar ve siyasi parti kültürü ile doğrudan bağlantılıdır. Siyasi görüşlerin bir uyageliş konusunda uzlaşmaya varması durumunda anayasa teamülleri ortaya çıkar. Siyasi parti kültürünün olmadığı, siyasi istikrarsızlık içinde çalkalanan ülkelerde, anayasa teamüllerinin varlığından bahsetmek zordur. Bu itibarla Türk anayasa düzeni, anayasa teamülleri yönünden oldukça fakirdir. Sonuç olarak yazılı anayasalarda, anayasanın açıkça düzenlemediği alanlarda ya da boşluklarda, bu boşluklar ya teamüllerle ya da uygulamalarla doldurulur. “Anayasa Teamülleri”ni “anayasa uygulamaları” ile karıştırmamak gerekir. Anayasa uygulamaları, teamüller gibi bağlayıcılığa sahip değildir. Anayasa teamüllerindeki unsurlar açısından da anayasal uygulamalar aynı kriterlere sahip değildir. Örneğin, İngiliz anayasal düzeninde “kral kötülük yapmaz” ilkesi, anayasal bir teamüldür. Buna göre mahkemeler, kralı, eylemlerinden dolayı sorumlu tutamazlar ve tutmamaktadırlar. Kralın yaptığı işlemlerden dolayı başbakan sorumludur. Başka bir ifade ile; anayasa uygulamaları, herkesin uyması gereken kurallar olarak görülse de, yargısal yaptırımdan yoksundur, ancak anayasa teamüllerinde yargısal yaptırım mümkündür. Türkiye’de de anayasa teamüllerine benzer anayasa uygulamaları ortaya çıkmıştır. 1999 yılına kadarki anayasa uygulamasına göre; Cumhurbaşkanı hükümeti kurması için Meclisteki en güçlü partinin liderini görevlendirirdi. Ancak 1999 yılında, Cumhurbaşkanı, önce bağımsızlardan herhangi bir desteği olmayan bir kişiyi, daha sonra da Meclisteki güçlü parti yerine bir zayıf partinin liderini hükümeti kurması için görevlendirdi. Bunu yaparken de; bu konuda kendisini bağlayan anayasal düzenlemenin olmadığını özellikle beyan etmiştir. Bir de öğretide, “anayasa yanlışlıkları”ndan bahsedilmektedir ki; bu, bir anayasa kuralı olmakla birlikte, buna açıkça aykırı olmayıp bunu başkalaştıran uygulamalar olarak ifade edilmektedir. Buna özellikle Türkiye’den iki örnek verebiliriz: 1961 Anayasasının 56. maddesine göre siyasi partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarındandır. Ancak 1971 muhtırası sonrasında Meclis, partiler üstü teknokratlar hükümeti kurmuş olan Nihat Erim Hükümetine güvenoyu vermiştir. Yani, böyle bir durumda demokratik rejimden bahsedilemeyeceğine göre, ancak anayasa yanlışlığından bahsedilebilir. Ayrıca 1958 yılında, Demokrat Parti döneminde, partinin Meclis Grubunda, 1924 Anayasası döneminde ara seçim yapılmadığından, bu konuda bir anayasa teamülü oluştuğu ileri sürülmüştür. Oysa 1924 Anayasası’nın 29. maddesi açıkça ara seçimi düzenliyordu. Bu sebeple burada ancak anayasa yanlışlığından bahsedilebilir.

2.6. Mahkeme Kararları

Mahkeme kararları, hukukun yardımcı kaynakları olduğu gibi; aynı zamanda anayasa hukukunun yürürlük kaynaklarından biri olarak da kabul edilmektedir. Mahkeme kararları, mahkemelerin hukukun uygulanması esnasında verdikleri kararlar ve tespit ettikleri prensipler olarak ifade edilebilir. Bu kararlar, hukukun yardımcı kaynakları olmasına rağmen; şayet kararlar bir yüksek mahkemelerin kararları ise, hakimler ve diğer hukuk uygulayıcıları için daha da önemli bir konuma gelmektedir. Özelikle bu kararlar, Danıştay ve Yargıtay’ın içtihadı birleştirme kararları ise, bu kararlar alt mahkemeleri ve uygulayıcıları doğrudan bağlayan kararlardır. Bu kararlar, kanun kuvvetindedir. İçtihadı birleştirme kararları, Danıştay ve Yargıtay’ın (buna Askeri Yargıtay da eklenebilir) farklı dairelerinin, aynı dairesinin veya genel kurullarının bir konudaki kararları arasında farklılıkların olması söz konusu ise; bu farklılıkları gidermek ve hukuk güvenliğini sağlamak için gidilen yoldur. Şayet farklı dairelerin veya bir dairenin bir konudaki farklı kararları söz konusu ise, ceza ya da hukuk genel kurullarında, genel kurul kararlarında farklılıklar söz konusu ise o genel kurulda, genel kurulların kararlarında farklılıklar var ise, büyük dairede bu farklılıkları gidermek için içtihadı birleştirme kararı verilir. İBK’lar hukuk boşluklarını dolduran yasa dengi işlemlerdir. Bu kararlar, yasama organının bu boşluğu bir yasa ile doldurmasına kadar kanun gibi bağlayıcılık arz ederler. Bu kararlar aynı zamanda Resmi Gazetede yayımlanır. Şüphesiz anayasa hukukunun en önemli kaynaklarından biri de, Anayasa Mahkemesi kararlarıdır. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını düzenleyen Anayasanın 153. maddesi, bu kaynağın kesinlikle bağlayıcı yürürlük kaynağı olduğuna açıkça işaret etmektedir. Anayasanın 153. maddesinin 6. fıkrası, “Anayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” demektedir.

2.7. Doktrin (Öğreti)

Doktrin, kendi alanında ihtisas sahibi olan bilim adamlarının ihtisas alanları ile ilgili sorunlar konusunda açıkladıkları görüşleri ifade etmektedir. Hukuk bilimi ile uğraşan bilim adamları, yürürlükteki hukuku inceleyip yorumlamalarının yanında, gelecekte olması gereken hukuk konusunda da görüş bildirebilirler. Anayasa Hukuku perspektifinden ele alırsak; anayasa kurallarının ortaya çıkış nedenlerini, bunların ortaya çıkışında yatan tarihsel, siyasal veya sosyolojik nedenleri, anayasada yer alma gerekçelerini, amaçlarını ve siyasal toplum için uygun olup olmadıklarını ele alırlar, olması gereken anayasal kurallar konusunda mukayeseli hukuk araştırması yaparak görüşlerini açıklarlar. Şunu da ifade etmeliyiz ki; öğretinin ileri sürdüğü görüşlerin doğrudan bir bağlayıcılığı yoktur. Ancak, Anayasa Mahkemesi kararlarında da gördüğümüz gibi, fikir oluşturmada, düşünce geliştirmede bu görüşlerden gerek Anayasa Mahkemesi ve diğer yargı organları, gerekse siyasi aktörler yararlanmaktadırlar

Tepkileriniz Nedir?

like
0
dislike
1
love
1
funny
0
angry
1
sad
0
wow
0

Bir Yorum Yaz