Muvazaalı Satış Nedir ? Dava Süresi Kaç Yıldır ?


Çeşitli şekillerde karşımıza çıkan muvazaalı satış , ülkemizde genelde aile büyüklerinin çocuklarından bazısına mal bırakmak isteyip bazısından ise mal kaçırması saikiyle yapılır. Ülkemizde genelde bir çocuğuna satış yapmış gibi gösterip halbuki hiç bir karşılık almadan bağışlaması halinde gözükmektedir. Peki uyanıklığın şekil bulmuş hali olan bu işleme karşı neler yapılabilir ?
Muvazaalı Satış Nedir ? Dava  Süresi Kaç Yıldır ?

Muvazaa Nedir, Çeşitleri Nelerdir?

Tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek durumu gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa denir.

Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için üç unsur aranır; tarafların gerçek iradelerinin görünen anlaşmaya uymaması, üçüncü kişileri aldatma kastı ve muvazaa anlaşması. Anlaşma dediğimizde yazılı bir beyanın anlaşılmaması gerekir  , bu sözlü irade uyumundan da ibaret olabilir. Yazılı olması muvazaa yapan kişilerin ileride birbirlerine yapacakları muvazaa iddiasına ilişkin ispat kolaylığı sağlar.

Görünürdeki işlem ve muvazaa anlaşması unsurlarını taşıyan muvazaaya mutlak muvazaa denir. Taraflar aslında işlem yapmadıkları halde üçüncü kişilere karşı bir işlem yapmış gibi görünmek üzere görünüşte bir işlem gerçekleştirmişlerdir. Alacaklıların icra takibinden kaçmak için borçlunun mallarını arkadaşına devretmesi buna örnektir.

Taraflar görünürdeki işlem ve muvazaa anlaşmasını esasında anlaştıkları başka bir işlemi gizlemek için yapmışlarsa nisbi muvazaa söz konusudur. Burada ayrıca gizli bir işlem bulunur. Tarafların esasen bağışlama yapmak istedikleri halde satış gibi göstermeleri buna örnektir. Görünürdeki işlem muvazaa nedeniyle hükümsüzdür. Bu hükümsüzlüğü taraflar ya da hukuki yararı bulunan üçüncü kişiler ileri sürebilir. Hâkim de muvazaayı resen göz önüne alır. Muvazaa iddiası taraflarca herkese karşı ileri sürülebilir. 

Muris muvazaası davasında zamanaşımı ve hak düşürücü süre olmayıp; muvazaayı öğrenen taraf hiçbir süre ile kısıtlı olmaksızın dava açabilir. 

  1. Muvazaanın Hüküm ve Sonuçları
  2. Muvazaalı İşlemin Geçersizliği ve Yokluğu

Muvazaada, tarafların karşılıklı iradeleri görünürdeki işlemin geçersiz olması yönündedir. Bu sebeple muvazaalı işlem geçersizdir. Muvazaada tarafların üzerinde anlaştıkları husus, görünüşteki muvazaalı işlemin hüküm ve sonuç doğurmaması yönündedir. (Y. HGK., T. 7.5.2014, E. 2013/9-1792, K. 2014/584, “Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki ( zahiri ) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.”, Kazancı İçthat Bilgi Bankası; aynı yönde, Y. HGK, T. 16.6.2010, E. 2010/1-275, K. 2010/327, Kazancı İçthat Bilgi Bankası; Oğuzman, M. Kemal/Öz, M. Turgut; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1, İstanbul 2014, s. 132; Kocayusufpaşaoğlu, Necip; Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C. I, İstanbul 2014, s. 354, Atamulu, 112.)  Muvazaalı işlem, diğer geçerlilik şartlarını taşısa dahi, geçerli hale gelmez. (Y. 1. HD., T. 12.3.1982, E. 1982/2590, K. 1982/2692 “BK. M. 18 uyarınca, aktin resmi şekilde yapılması muvazaa nedeniyle geçersiz olduğunu ileri sürmeye engel değildir.” Kazancı İçthat Bilgi Bankası.) Muvazaalı işlemin geçersizliği kesindir. Belirli bir sürenin geçmesi veya muvazaa nedeninin ortadan kalkması ile geçerli hale gelmez. Taraflar muvazaalı işlemin geçerli olacağına muvafakat etseler dahi işlem geçersizdir. Hatta taraflar muvazaalı sözleşme dolayısıyla edimlerini yerine getirmiş olsa dahi sözleşme geçerli hale gelmez. (Özuğur, Ali İhsan; Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, Ankara 2013, s. 447.)

            Muvazaa sebebine dayanılarak verilen mahkeme kararları yenilik doğurucu değil, açıklayıcı niteliktedir. Bu kararlara konu olan işlemler yapıldıkları tarihten itibaren geçersiz olup, yapılmamış sayılırlar ve kararlar geriye etkili sonuç doğururlar. (Y. 1. HD. T. 10.11.2015, 2014/10781 E., 2015/12895 K., Çetin Halman, Emine; Tasarrufun İptali Muvazaa İnançlı İşlem ve Nam-ı Müstear, Ankara 2016, s. 229-230.)

            Doktrinde Eren, muvazaalı işlemin yok hükmünde olduğunu ileri sürmektedir. Bu görüşe göre taraflarda işlem iradesi ve beyan iradesi bulunmamaktadır. Tarafların iradesi, muvazaalı işlemin meydana gelmemesi hususunda birbirine uygundur. Bu sebeple muvazaalı işleme bağlanan sonuç yokluktur. Muvazaalı işlem gerçekte kurulmamıştır, meydana gelmemiştir. Bu görüşe göre muvazaalı işlemleri düzenleyen TBK’nun 19. maddesinde sözleşmenin geçersizliği öngörülememiştir. Aksine burada tarafların beyan iradesinin yokluğu hususu anlaşılmakta, bunun yorumundan da sözleşmenin kurulmadığı, meydana gelmediği sonucu çıkmaktadır. (Eren, 372-373.)

 

  1. Muvazaa İddiası İlgili Herkes Tarafından İleri Sürülebilir

            Muvazaalı bir hukuki işlem geçersiz olduğu için ilgili herkes tarafından ileri sürülebilir. (Atamulu, 120; Kocayusufpaşaoğlu, 355.) Muvazaalı işlemin geçersizliği sadece taraflar için değil, ilgili olan herkes için söz konusudur. İlgili kapsamına öncelikle muvazaalı işlemin tarafları girmekle beraber, muvazaalı işleme itiraz etmekte menfaati bulunan üçüncü kişilerde ilgili sayılır. (Y. HGK. T. 21.11.2001, 2001/1-958 E., 2001/1035 K., “Muvazaa iddiasını sözleşmenin tarafları ileri sürebileceği gibi hukuki yararı bulunan, ayni veya kişisel hak sahibi üçüncü kişiler tarafından da ileri sürülebilir.”, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.) Yargıtay, muvazaalı işlemin geçersizliğinin, hukuken korunması gereken bir hakkı bulunan üçüncü kişiler tarafından ileri sürülebileceğini belirtmiştir. (Y. HGK., T. 17.04.2015, 2013/1622 E.,  2015/1238 K. “Diğer taraftan, görünüşteki hukuki işlemin muvazaa nedeniyle geçersiz bulunduğu iddiası, hukuken korunması gereken bir hakkı bulunan üçüncü kişiler tarafından da ileri sürülebilir. Çünkü muvazaalı bir hukuki işlem ile üçüncü kişinin zarara uğratılması, ona karşı işlenmiş bir haksız fiil niteliğindedir.”, Kanunum İçtihat Bilgi Bankası.)  Yargıtay başka bir kararında, muvazaalı işlemin üçüncü kişilere karşı bir haksız fiil niteliğinde olduğunu, üçüncü kişiler bu sebebe dayanarak muvazaalı işlemin geçersizliğini ileri sürebileceğini hükme bağlamıştır. (Y. 17. HD., T. 17.12.2013 2013/18873 E., 2013/17879 K., “Muvazaalı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi, onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğinde olduğundan kural olarak muvazaalı muamele nedeniyle hakları zarara uğratılan üçüncü kişiler, tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler.”, Kanunum İçtihat Bilgi Bankası.)

            Hakim somut olayda, muvazaalı bir işlemin varlığını tespit ederse, söz konusu işlemin geçersiz olduğunu re’sen göz önünde bulundurmak zorundadır. (Y. HGK., T. 22.06.1983, 1981/1-497 E., 1983/719 k., “muvazaalı işlemin hiçbir hüküm doğurmayacağı ( butlanı ) konusu gerek uygulamada ve gerekse bilimsel görüşlerde oybirliği ile benimsenmiş bulunduğuna; bu nedenle hakimin muvazaayı istek olmaksızın re'sen gözönünde tutması gerektiğine; muvazaa sebebinin ortadan kalkması veya bir zamanın geçmesi ile görünüşteki işlemin geçerli hale gelmeyeceği kuşkusuz bulunduğuna; muvaazanın gerek def'an ve gerekse dava yoluyla herzaman ileri sürülebileceğine, bir başka ifade ile muvazaa iddialarında zamanaşımı sözkonusu olmadığına göre…”, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası; Y. 7. HD., T. 29.05.2014, 2014/3969 E., 2014/11730 K., “Kişi kendi muvazaasına dayanamayacağından, belgenin muvazaalı biçimde işçinin isteği üzerine verildiği iddiası işverence ileri sürülemez. Ancak böyle bir husus ileri sürülsün ya da sürülmesin, muvazaa olgusu mahkemece resen araştırılmalıdır.”, Kanunum İçtihat Bilgi Bankası.)

           

  1. Gizli İşlemin Geçerli Olup Olmadığı Meselesi

                Nisbi muvazaada, gizli işlem, tarafların görünürdeki muvazaalı işlemin arakasına gizledikleri, gerçek iradelerine uygun olan işlemdir. Tarafların gerçek iradesi gizli işlemin geçerliliği hususunda birleşmektedir. Bu sebeple, gizli işlem muvazaalı olmadığından, muvazaanın tarafları için de üçüncü kişiler için de geçerli olması gerekmektedir. Ancak tarafların gerçek iradelerinin gizli işlemin geçerli olması yönünde olması bu işlemin geçerli olabilmesi için yeterli değildir. Gizli işlemin diğer geçerlilik şartlarını da taşıması gerekmektedir. (Atamulu, 166-167; Eren, 377.) Bu çerçevede, gizli işlemin konusu imkânsız olmamalı, emredici hükümlere, ahlaka, kamu düzenine veya kişilik haklarına aykırı olmamalıdır. Bununla birlikte tarafların gerçekte yapmak istedikleri gizli işlem için kanunda bir şekil şartı öngörülmüşse, gizli işlemin bu şekle uygun olarak yapılmış olması gerekmektedir. Aksi halde gizli işlem şekle aykırılıktan dolayı geçersiz olur. (Atamulu, 175.)  Yargıtay 07.10.1953 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında da açıkça, muvazaalı işlemle gizlenen gizli işlemin kanunun öngördüğü şekilde yapılmaması halinde geçerli olmayacağına karar vermiştir. (YİBGK., T. 7.10.1953, 1953/8 E., 1953/9 K., “Medeni Kanunun 634 üncü maddesi mülkiyeti nakledecek akitlerin resmi şekilde yapılmasını amirdir. Bununla hakiki iradelerinin tam olarak telahuk ettiğini akitlerin salahiyetli memur huzurunda beyan eylemeleri kasdolunmuştur. Memur huzurunda bey akti hakkında iradelerinin telahuk ettiğini akitler beyan eyleseler ve fakat hakiki kasıtlarının akit yaparken hibe olduğu sabit olsa bey akti batıl olur amma yerine hibe akti kaim olamaz; Çünki memur huzurunda hibe hakkında tarafların iradeleri telahuk eylememiştir. Bu halde tapu kaydı hali aslisine irca olunmakla iktifa olunur. Müşteri vaziyetinde bulunan şahsa hibe sebebiyle mülkiyet intikal eylemiş olamaz.” Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.) Gizli işlemin geçerli olabilmesi için şekil şartına uygun olarak yapılması konusunda en güzel örnek, muvazaalı yapılan taşınmaz satım sözleşmesinin arkasına gizlenen taşınmaz bağışlama taahhüdü sözleşmeleridir. Uygulamada sıkça karşılaşıldığı üzere özellikle muris muvazaasında taraflar gerçekte taşınmazı bağışlama taahhüdü sözleşmesi yapmak istemlerine rağmen, bu işlemi görünürde taşınmaz satış sözleşmesi yaparak gizlemektedirler.  Taşınmaz satım sözleşmesi TMK’nun 706. ve TBK’nun 237. maddeleri gereği resmi şekilde yapılması gerekmektedir. Aynı şekilde taşınmazı bağışlama taahhüdü sözleşmesi de TBK’nun 288. Maddesinin II. fıkrası gereği resmi şekilde yapılmalıdır. Bu sebeple muvazaalı taşınmaz satım sözleşmesi, muvazaalı olduğu için, gizli işlem olan taşınmazı bağışlama taahhüdü sözleşmesi de, şekil şartlarına uymadığı için geçersiz olur. (Oğuzman, M. Kemal/Seliçi, Özer/Oktay-Özdemir, Saibe; Eşya Hukuku, İstanbul 2015, s. 375; Eren, 378; Atamulu, 178. Y. 1. HD., , T. 24.6.2014, E. 2014/4486, K. 2014/12382,  “Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunun 706., Türk Borçlar Kanunun 237. ( Borçlar Kanunun 213. ) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.” Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.)

Bu husus Yargıtay’ın 7.10.1953 ve 1.4.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme kararlarında kabul edilmiştir.

 

  1. Muvazaanın İspatı
  2. Muvazaanın Taraflarca İspatı

            Muvazaalı işlemin tarafları, muvazaayı ancak yazılı delil ile ispat edebilirler. (Y. HGK., T. 28.5.2003, E. 2003/1-374, K. 2003/370, “Muvazaa davaları sözleşmenin tarafları arasında ise muvazaa iddiasının yazılı delille ispatı zorunludur.”, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası; Eren, 380; Atamulu, 205.) Taraflar yazılı delilin yanı sıra, diğer kesin deliler olan ikrar, yemin ve kesin hüküm ile de muvazaa iddiasını ispat edebilirler. (Atamulu, 206.)

 

  1. Muvazaanın Üçüncü Kişiler Tarafından İspatı

            Üçüncü kişiler HMK’nun 203. maddesinin d bendi gereği muvazaa iddiasını her türlü delille ispat edebilirler. Üçüncü kişilerin muvazaayı ispat edebilmeleri için yazılı delil getirme mecburiyetleri yoktur. Bu sebeple üçüncü kişiler muvazaa iddiasını tanık ve diğer delillerle ispat edebilirler. (Y. HGK., T. 28.5.2003, E. 2003/1-374, K. 2003/370; Y. HGK., T. 3.6.1964, E. 1964/2-3, K. 1964/290, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.) Muvazaanın ispatının mutlak şekilde gerçekleştirilmesi üçüncü kişiler açısından zordur. Bu sebeple muvazaanın varlığı araştırılırken, somut olayın özellikleri iyi değerlendirilmelidir. Hakim sadece tanık beyanları ile yetinmemeli, bedelin gerçekten ödenmiş olup olmadığını, muvazaalı işlemin taraflarının ekonomik durumunu, şahsi ilişkilerini, muvazaalı işlemin taraflarının hukuki durumunu da dikkate almalıdır.( Atamulu, 215.)

 

  1. Muvazaanın İspatında Yararlanılacak Kıstaslar

            Muvazaanın varlığı üçüncü kişiler tarafından her türlü delille ispat edilebileceğinden, muvazaanın tespitinde yararlanılacak kıstasların tespiti önemlidir. Bu çerçevede ortaya konulan bütün deliller iyi değerlendirilmeli ve işlemi yapan tarafların gerçek iradeleri tespit edilmeli ve gerçek iradelerine uygun olmayan görünürde bir işlem yaptıklarının ortaya çıkartılmalıdır. Bu sebeple uygulamada Yargıtay kararlarına yansımış örnekler ve kıstaslar önemlidir. Konu ile ilgili Yargıtay kararları ve kıstaslar şöyledir:

            Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında; muvazaa tespit edilirken, ülke ve yörenin gelenek ve göreneklerinden, toplumsal eğilimlerden, olayların olağan akışından, görünürde yapılan sözleşmenin yapılmasında haklı ve makul bir neden bulup bulunmadığından, satın alan kişinin alış gücünün olup olmadığından, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki farktan, taraflar arasındaki beşeri ilişkilerden yararlanılması gerektiğini hükme bağlamıştır. Karar şöyledir: (Y. HGK. T. 10.06.2015, E. 2013/1-1634, K. 2015/1531, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.)

            “Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Hal böyle olunca, temlik tarihinde miras bırakanın ekonomik durumunun iyi olması, taşınmaz mal satma ihtiyacının bulunmaması, taşınmazın temlik tarihindeki gerçek değeri ile akitte gösterilen değeri arasında fahiş fark bulunması, davalının torunu olup, temlikin yapıldığı tarihte 16 yaşında olması ve alım gücünün bulunmaması; öte yandan miras bırakanın sağlığında hak dengesini gözeten paylaştırma savunmasının, ancak mirasçılar arasında söz konusu olabileceği ve davalının da mirasçı olmadığı dikkate alındığında bu savunmaya değer verilemeyeceği; miras bırakan tarafından yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak yapıldığı anlaşıldığından, davanın kabulü gerektiğine değinen bozma ilamına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”

Yargıtay Genel Kurulu bir başka kararında, değerler arasındaki aşırı farkın muvazaanın ispatı için yeterli olmadığını tarafların ekonomik durumunun da önemli olduğunu belirterek somut olayda mali durumu iyi olan bir kişinin, haklı bir sebep olmaksızın iki taşınmazını birden satmasının hayatın olağan akışına ters olduğunu belirterek yapılan işlemi muvazaalı kabul etmiştir. Bu karara göre, taşınmazın değeri adı altında bir paranın yatırılmış olması dahi muvazaanın varlığına engel değildir. Karar şöyledir: (Y. HGK., T. 15.12.2010, E. 2010/1-632, K. 2010/654, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.)

“Muris muvazaasına dayalı tapu iptali ve tescil davasında, mahkemece her ne kadar keşif yapılarak taşınmazların akit tarihindeki değerleri saptanmamış ise de; değerler arasındaki aşırı farkın başlı başına muvazaanın kanıtı sayılamayacağı, ancak miras bırakanın emekli maaşının ve ekonomik güvencesinin olduğu mali durum itibariyle taşınmaz satmaya ihtiyacının olmadığı, aynı anda 2 ayrı bağımsız bölümü davalıya satmasının hayatın olağan akışına uygun düşmeyeceği, diğer taraftan maliki olduğu diğer taşınmazlardan kira geliri bulunduğu hususları dosya kapsamı ile sabittir. Davanın kabulüne karar verilmelidir. Her ne kadar miras bırakan hesabına davalı tarafından emlak alım bedeli adı altında para yatırıldığı dekontla sabit ise de, anılan işlemin muvazaanın gizlenmesi amacıyla yapıldığı şeklinde düşünülmelidir.”

Konu ile ilgili bir başka Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı da şöyledir: (Y. HGK., T. 11.11.2009, E. 2009/1-458, K. 2009/498, Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.)

“Miras bırakanın varlıklı bir kişi olduğu, temlik tarihinde taşınmaz satmasını gerektiren bir nedeninin olmadığı, davalıların ise alım güçlerinin bulunmadığı, taşınmazların temlik sırasında gösterilen satış bedelleri ile gerçek bedelleri arasında açık ve aşırı fark bulunduğu anlaşılmakla, belirlenen bu olgular toplanan delillerle birlikte değerlendirildiğinde olayda miras bırakanın gerçek amacının satış değil mirasçıdan mal kaçırma amaçlı bağış olduğu sonucuna varılmaktadır.”

Tepkileriniz Nedir?

like
0
dislike
0
love
0
funny
0
angry
0
sad
0
wow
0

Bir Yorum Yaz