Dinler Tarihi Açısından "Kudüs"


Kudüs şehrinin yaklaşık olarak MÖ 3000’lerde Kenanlılar tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. Şehrin stratejik önemi bulunması yanında çok erken dönemlerde, ona verilen isimler onun kutsal olarak algılandığının ilk delilleridir.
Dinler Tarihi Açısından "Kudüs"

Kudüs şehrinin yaklaşık olarak MÖ 3000’lerde Kenanlılar tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. Şehrin stratejik önemi bulunması yanında çok erken dönemlerde, ona verilen isimler onun kutsal olarak algılandığının ilk delilleridir. Zira şehir Salem tanrısı adına inşa edilmiş ve Rushalimum/ Salem anlamına gelen ismi de buna atfen verilmiştir. Yahudilerin bölge üzerindeki iddiaları ise takriben MÖ 18. yüzyılda Hz. İbrahim’in göçü ile başlatılmaktadır. Kudüs ile ilgili olarak da Hz. İbrahim’in oğlunu Moriah Dağı’nda/Tapınak Tepesi kurban etmek istemesini bir işaret kabul etmektedirler. Ayrıca onlara göre burası Hz. Yakup’a rüyasında gösterilen ve Hz. Musa’nın vaat edilen topraklara yaklaştığında girmeyi arzuladığı yerdir. Kudüs’ün mekân olarak ortaya çıkışı, Kral Davud döneminde gerçekleşmiştir. Nitekim Yahudilere göre Davud’un şehri başkent ilan etmesinden sonra Ahid Sandığı’nı getirmesi ile Kudüs, dini bir mekân olarak belirginleşmiş, sonra da oğlu Hz. Süleyman tarafından mabedin inşası ile şehir, Yahudi kutsal tarih anlayışının merkezine yerleşmiştir.

Daha sonra Kudüs, Makedonya kralı Büyük İskender tarafından ele geçirilmiştir. Bu dönem Helen etkisinin buraya yerleşmesi açısından önemlidir. Nitekim Helenleşmeye karşı çıkan Hasmoneanlar burada bir Yahudi idaresi kurmuşlardır. Bu hanedanın yüz yıllık idaresinden sonra Büyük Herod, Roma adına Kudüs idaresini devralmıştır. Hıristiyanlığın bu bölgede ortaya çıkışı da Herod’un krallığının sonlarına doğru doğan İsa Mesih’in Kudüs çevresinde mesajını yaymasıyla başlamıştır. İsa Mesih’ten yaklaşık otuz yıl sonra Yahudilerin Roma’ya karşı düzenlediği isyan sonucu Kudüs tekrar yakılıp, yıkılmıştır. Bu defa şehri yeniden inşa eden Romalılar, Kudüs’te putperest mabetleri inşa edip ismini İlya olarak değiştirmişlerdir. Bu süreç imparator Konstantin’in kendilerini Mesih’in taraftarları olarak tanımlayan Hıristiyanlara tanıdığı haklar ile değişmiştir. Kudüs’te 324’te yeni bir dönüşüm yaşanmıştır. Konstantin’in annesi Helena’nın gerçek haçı bulduğunu iddia ettiği yere bir kilise inşa etmesinden sonra şehirdeki kilise ve manastırların sayısı her geçen gün artmış ve insanlar burayı ziyarete gelmişlerdir. Bahsedilen dönem 638’de Halife Hz. Ömer tarafından şehrin fethedilmesine kadar sürmüştür. O tarihten sonra Kudüs’te artık Müslüman bir idare bulunmaktadır ve Müslüman devletler arasında çeşitli el değiştirmelerin yaşanmasıyla birlikte şehir, Birinci Dünya savaşı sonrasına kadar yaklaşık 1400 yıl Müslüman egemenliğinde kalmıştır.

Yahudilerin bölge üzerindeki hâkimiyetleri Hz. Davud ve Hz. Süleyman ile başlamış olup bu dönemlerde diğer halklarla şehirde bir arada yaşadıkları anlaşılmaktadır. Kudüs’te Hıristiyanlığın yönetimde olduğu dönem ise Yahudilerin şehre sadece yılda bir defa girmelerine ve Tapınak Tepesi’ni ziyaret etmelerine izin verildiği bilinmektedir. Müslümanların buraya hâkim olduğu dönemlerde ise farklı dinden ve ırktan insanların birlikte yaşamalarına izin verilmiştir. Bu arada 1099 tarihinden itibaren Kudüs yönetimi yaklaşık bir asır Haçlıların elinde kalmıştır. Bahsedilen sürede Haçlılar Kudüs’te diğer inananların bulunmasına izin vermemişlerdir. Yaşanan süreç Sultan Selahaddin’in Kudüs’ü almasına kadar devam etmiş o zamandan sonra farklı dinlere inanan insanların tekrar birlikte yaşamasına imkân sağlanmıştır. 19. yüzyılda Osmanlı döneminde bazı siyasi sebeplerle Yahudilere Kudüs’te toprak satışını yasaklayan kararlar alınmıştır. Ancak bu kararların alınmasında siyonist faaliyetler etkili olmuş daha önce Osmanlı topraklarında Yahudilerin vatandaş olarak istedikleri herhangi bir bölgeye yerleşmeleri engellenmemiştir. 20. yüzyılın başında burada manda yönetimi oluşturan İngilizler de Kudüs’te farklı dinlerin mensuplarının yaşamasına izin vermiştir. Buna karşın denetimi sağlamak amacıyla şehri dini gruplara göre mahallelere bölmüşlerdir. Bu durum ise zaman içinde insanlar arasında ayrılıkların ortaya çıkışına sebep olmuştur. Kudüs yaklaşık 4000 yıllık geçmişe sahip eski bir şehirdir. Tarih boyunca farklı kültürlerin ilgisini çekmiş bu sebeple de çeşitli devletlerin hâkimiyetinde bulunmuştur. Bu hususta şehrin stratejik önemi yanında sembolik olarak taşıdığı değerin etkili olduğu söylenebilir. Stratejik önemi; Asurluların güneyinde, Mısır’ın kuzeyinde, Roma’nın doğusunda ve Babil’in batısında bulunmasından kaynaklanmıştır. Nitekim şehir stratejik konumu nedeniyle 20. yüzyılın başından itibaren de önce İngiltere sonra ABD’nin ilgisinde olmuştur. Bu bağlamda Filistin bölgesinin Kudüs ve çevresi olarak görüldüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Sembolik anlamı ise stratejik konumundan daha fazla ön plana çıkmaktadır. Zira Kudüs, tarih boyunca farklı din ve ırklar tarafından kutsal bir şehir olarak kabul edilmiştir. Bunun sonucunda şehre hâkim olanlar buraya yerleşirken diğer din mensuplarını ya da farklı milletleri buradan çıkarmak yönünde eğilimleri olmuştur. Bu noktada günümüzde İsrail politikasına bakıldığında ise bazı kimselerin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımladığı buna karşın bir kısım Yahudilerin herkesin eşit haklara sahip olmasını savunduğu görülmektedir.

1880’li yıllarda Doğu Avrupa’da ortaya çıkan antisemitik hareketler sebebiyle başlayan ilk aliya/göçten söz etmek gerekmektedir. Daha sonra bölgeye başka aliyalar da gerçekleştirilmiş ve buradaki amaç Yahudi grupların Eretz Israel denilen kendileri için tarihi ve dini anlam taşıyan bölgeye gelmesi olarak görülmüştür. Lakin bu göçlerde dikkat çeken bir husus bulunmaktadır. Burada görünüşte ataların yaşadığı yer ya da vaat edilen topraklara dönüş teması ile dini bir bağ kurulurken aynı zamanda seküler bir eğilim olan siyonizm görünürlük kazanmıştır. Ayrıca bu durum İngilizlerin 1917 tarihinde bölgede manda yönetimi kurması ile de yeni bir sürece girmiştir. Çünkü İngiltere Dışişleri Bakanı tarafından Yahudi bir bankere yazılmış, Filistin’de Yahudilere yurt kurulmasını onaylayan (Balfour Bildirisi) bir mektup bulunmaktadır. Daha sonraki süreçte İngilizler burayı ele geçirmiş ve şehri teslim alırken bir bildirge okutmuşlar, burada Kudüs’ün kutsallığına gereken saygının gösterileceğini ilan etmişlerdir. Buna rağmen İngilizlerin bölgedeki varlıkları yaklaşık otuz yıl sürebilmiştir. Bu süreçte bir taraftan Araplar arasında Yahudilerin Kudüs’ü ele geçireceği ve Mescid-i Aksa’yı yıkacağına dair söylentiler yayılırken diğer taraftan dindar Yahudiler Batı Duvarı yakınlarında ibadet etmek istemiştir. Bunun yanısıra bölgeye Yahudi göçü de devam etmiştir. Bütün bunlar iki grup arasında çatışmalara sebep olmuştur. Bu durum sonrası ise İngilizler, devam eden çatışmalardan yorulmuş ve sorunun çözümünü BM’ye bırakarak bölgeden ayrılmıştır.

İngilizlerin Filistin bölgesinden çekilmesinden sonra BM Genel Kurulu, 29 Kasım 1947 tarihinde bu topraklar üzerinde Yahudi ve Arap olmak üzere iki devlet kurulması yönünde tavsiye kararı almıştır. Bu kararda ayrıca Kudüs’te uluslararası rejim yönetiminde (BM) özel bir idare kurulacağı ifade edilerek, buraya farklı bir konum verilmiştir. Böylece Kudüs’ün uluslararası statüye sahip bir yer olması öngörülmüştür. Bununla birlikte BM’nin bölünme kararında Araplar çoğunlukta oldukları Kudüs’ün doğu taraflarında hak sahibi olarak görülmüş, Yahudiler için ise şehrin batı tarafları ayrılmıştır. Ancak BM’nin bu kararı uygulamaya geçememiştir. Çünkü Araplar; kararı reddetmiş ve sonrasında da Araplar ile Yahudiler arasında savaş başlamıştır. Bu savaş neticesinde 1949 tarihinde İsrail, BM’in Arap kesimine ayırdığı toprakların yaklaşık yüzde seksenini ele geçirerek Filistin bölgesinde hâkimiyet sağlamıştır. BM ise Kudüs’ün uluslararası statüde kalması yönündeki kararında ısrar etmiştir. Bütün bunlar yanında İsrail’in BM kararına uyarak kurulduğu kabul edilmektedir. Bu da İsrail’in uygulamak zorunda olduğu bir takım sınırlamalar olduğu anlamına gelmektedir. Görüldüğü gibi İsrail’in ortaya çıkışı 14 Mayıs 1948’te İngiliz mandasının sona ermesi ile BM kararına uygun olarak bağımsızlığını ilan etmesi ve komşu Arap devletlerle yaşadığı savaşlar neticesinde olmuştur. Bu süreçten sonraki 1947 ila 1967 yılları arasında Kudüs, Ürdün ile İsrail arasında bölünmüş bir şehir olmuştur. Kudüs’ün batı kesimine İsrail sahip çıkarken, doğu kısmı Ürdün devletinin himayesinde kalmıştır. Bunun anlamı ise Yahudi ve Müslüman kutsal mekânlarının Ürdün’ün kontrolü altında olduğudur.

Şehirle ilgili sorun salt siyasal, tarihi ve dini sebeplerden kaynaklanmamakta şehrin sembolik ve mitolojik anlamı da insanların algılarının oluşması ve şekillenmesine zemin hazırlamaktadır. Soruna tek taraflı bakan hiçbir yaklaşım tarzı problemi tam olarak çözemeyecektir. Bu anlamda bir kısım araştırmacılar ilk olarak Yahudilerin buraya derin duygularla bağlı olduğunu buna karşın Müslümanlar için merkezi bir ibadet yeri olmadığı, Müslümanların asıl kutsal mabedinin Kâbe olduğu ve tarih boyunca hiçbir Müslüman devlet tarafından da başkent edilmediği gibi iddiaları dillendirmektedirler. Bu iddia sahiplerine göre Yahudiler haklı tarafı Müslümanlar haksız tarafı temsil etmektedir. Ancak bu yaklaşım iki bin–iki bin beş yüzyıllık bir tarihi yaşanmamış kabul etmek anlamına gelecektir. Müslümanların Kudüs’ü başkent yapmadıkları doğrudur ama Hz. Peygamber de dâhil hiçbir Müslüman devlet Mekke’yi de başkent yapmamıştır. Bu durum orayı kutsal kabul etmemelerinden değil tam tersine oralara duydukları aşırı saygıdan kaynaklanmaktadır. Yönetime duyulan öfke ve saldırının o mekânlarla ilişkilendirilmemesi konusunda gösterdikleri hassasiyetin bir uzantısıdır.

Günümüzde İsrail’in Kudüs’e yönelik ilgisini iki açıdan ele almak mümkündür. Seküler bir devlet olarak kendisine tarihsel bir köken oluşturmak isteyen İsrail, Kudüs’ü olmazsa olmazı olarak görmektedir. İsrail açısından bu, temelde bir meşruiyet problemi anlamına gelmektedir. Meşruiyetsorunun bir tarafında da psikolojik sorun yer almaktadır. Diğer tarafında ise inancın hangi boyutunda olursa olsun bütün Yahudileri ortak bir paydada birleştiren anlatılarla oluşturulan kutsal toprak inancı yer almaktadır. Her ne kadar Tanrı Yehova'nın İbranilerle yaptığı ilk ahitte Hz. İbrahim’e açıkça Jerusalem’in ismini vermemiş olsa da Yahudiler, bu vaadin merkezinde Kudüs’ün yer aldığına inanmaktadırlar. Bununla beraber Yahudilerin şehirle ilgili iddialarının yanında, söz konusu inanışlarının hayatlarına nasıl yansıdığının bilinmesi de önem arz etmektedir. Burada öncelikle yüzyıllar boyunca Kudüs’ü unutmayacaklarına dair verdileri söz öne çıkmaktadır. Bahsedilen husus çeşitli dualarda yer almakta ve bazı dini etkinliklerde dile getirilmektedir. Örneğin Yahudilerin en çok tekrarladığı dualardan biri “Eğer seni unutursam ey Yeruşalim (Kudüs) sağ elim hünerini unutsun, eğer seni anmazsam baş sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın”, deyişidir. Amida duasının orta kısmında da Tanrı’nın İsrailoğullarını sürgünden kurtarması, sürgündekilerin Kudüs’te tekrar bir araya gelmesi, Süleyman Mabedi’nin inşası ve ibadetlerin yeniden başlaması istenmektedir. Ne olursa olsun Yahudilerin bir gün Kudüs’e geri geleceklerine dair yaptıkları dualar, tarih boyunca yaşadıkları zorluklarda umutsuzluktan kurtulmalarında bir etken olmuştur. Bu açıdan Kudüs, Yahudilerin müşterek tarihinin bir sembolü olmuş, Yahudi halkının özelliklerinin ve değerlerinin tezahürü olarak görülmüştür. Ayrıca şehir, Süleyman Mabedi’nin inşasından sonra yılda üç defa ziyaret edilen hac mekânı ve kurban ibadetinin gerçekleştirildiği tek meşru yer kabul edilmesi bakımından da önemlidir. Bunun yanında Kudüs ve mabedin yıkılmasından sonra kurban ibadeti askıya alınmış, mabet bulunmadığı için bayramlar da sinagoglarda kutlanmaya başlamıştır. Lakin Kudüs’e hac ziyaretleri devam etmiştir. Buraya hac için gelenler ise mabetten arta kalan yıkıntılar önünde Batı Duvarı’nda/Ağlama Duvarı ağlamaktadırlar. Diğer taraftan Sinagoglar Kudüs’e bakacak şekilde inşa edilmektedir ve dua edilirken Kudüs’e veya Süleyman Mabedi istikametine yönelmektedirler.

Yahudilerin Kudüs ile ilgili iddialarında yer alan diğer önemli konu, Kral Süleyman tarafından yapıldığına inanılan ve en önemli ziyaret yeri olan Süleyman Mabedi’nin bulunduğu alandır. Günümüzdeki tartışmaların önemli kısmını Süleyman Mabedi ile ilgili olanlar oluşturmaktadır. Çünkü burası Yahudiliğin en kutsal bölgesi kabul edilmesi yanında, İsrailliler burada siyasi olarak da hak iddia etmektedirler. Öte taraftan Müslümanlar için de Kudüs’teki en önemli yer burasıdır. Zira burası bir İslam peygamberi olarak kabul edilen Hz. Süleyman’la ilişkilendirilmekte, Hz. Muhammed döneminde bir süre kıble olması ve miraç hadisesindeki rolü yanında birçok peygamber hatırasını barındırması gibi sebeplerle önemli kabul edilmektedir. Söz konusu nedenlerden dolayı Yahudiler ve Müslümanlar arasında en önemli yer Kudüs, en tartışmalı alan da Tapınak Tepesi/Mescid-i Aksa haline gelmiştir. Ayrıca Yahudiler, Müslümanların en kutsal bölgesinin Mekke ve Medine olduğunu belirterek Kudüs üzerindeki iddialarının kendileri kadar güçlü olmadığını savunmaktadırlar. Müslümanlar ise bir süre kıble olan Kudüs’ün üçüncü kutsal mekânları olduğunu ve bunun Kudüs’e verilen önemi azaltmadığını söylemektedir. Kudüs üzerindeki tartışmalar ve pratik uygulamaların konunun çözümünde yeterli oranda etkili olamadığını söylemek gerekmektedir. Daha önce ifade edildiği üzere bütün tartışmaların yanında günümüzde Kudüs, belediye olarak İsrail yönetimine ait olup Tapınak Tepesi/Mescid-i Aksa ise İslami bir vakıf tarafından idare edilmektedir.

İslam dünyasında da zaman zaman Kudüs’ün İsra ve Miraç hadisesiyle ve ilk kıble olarak Kudüs’teki mescitle bir ilgisi olmadığı, tarihen böyle bir irtibatın kurulamayacağı vs. iddia edilmektedir. Tarihen bu hadiselerin nasıl cereyan ettiği ayrı bir tartışmanın konusudur. Lakin Müslümanların Kudüs’e olan ilgisini salt kıble ve miraç hadisesine indirgemek hadiseyi çok basite almak ve anlamak anlamına gelecektir. Zira Hz. İbrahim’in bir Yahudi ve Hıristiyan olmadığını söyleyen Kur’an, yeni bir paradigma inşa ederek bu iki monoteist dinde de bulunan birtakım motiflere farklı bir yerden yaklaştığını ifade etmektedir. Bu bağlamda Mescid-i Aksa/Süleyman Mabedi, her ne kadar Yahudi tarihinin zirvesi ve merkezi yapısı olarak kabul edilse de bu yapının Yahudiliğin değil tevhidin yani İslam’ın bir mabedi olduğunu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Hz. Ömer, Kudüs’e girdiğinde orada olmayan bir mabedin yerine sembolik birkaç yapı inşa etmiş ve tarihsel süreçte bu yapılar ilavelerle zenginleştirilerek atfedilen anlam pekiştirilmeye çalışılmıştır. Fakat buradaki amaç bir taş yapıyı yeniden inşa etmek değil deforme olan, dejenere edilen sonrasında da külliyen yerle bir edilen bir yapıyı tıpkı daha önce Mekke’de ve Kâbe’de yapılanın bir benzerini yaparak asli formuna, tevhidi bir merkeze dönüştürmektir. Bu yüzden de Müslümanların oraya yönelik ilgisi her daim canlı olmuştur.

Hıristiyanlar bu şehri dünyanın merkezi, Hz. Âdem’in yaratıldığı ve gömüldüğü yer, İsa Mesih’in izlerini taşıyan şehir olarak görürler. Kudüs’ün Hıristiyanlıktaki önemi, İsa Mesih’in çocukluğundan ölümüne hatta ölümden dirilip göğe çıkmasına kadar Hıristiyan akidesinin oluşmasında etkili olan olayların yaşandığı yer olmasından dolayıdır. Tanrı bu şehirde tarihe müdahale etmiş, çarmıhta haça gerilmekle asli günahın kefareti burada ödenmiş, yeniden dirilme burada gerçekleşmiştir. Hıristiyanlar için Kudüs, günahtan kurtuluşun yaşandığı esrarlı mekân, Mesih’in ikinci kez dönüş yeridir. İlk kilise burada kurulmuş, ilk Hıristiyan topluluk bu şehirde oluşmuştur. Kutsal Ruh Pentekost günü havarilerin üzerine Kudüs’te inmiş ve İncil dünyaya Kudüs’ten yayılmıştır. Kudüs, Hıristiyan dünyasının kıblesi ve hac merkezidir. İsa Mesih’in çarmıha gerilmek üzere haçı yüklenip geçtiği yol olan Çile Yolu/Via Dolorosa, Hıristiyan âleminin pek çoğu için dünyadaki en önemli sokaktır ve hac için en önemli güzergâhtır. İsa Mesih’in kendi haçını taşıdığı güzergâh olduğu için pek çok Hıristiyan geleneğinde kutsal görülmektedir.

Yahudi dinî hayatında büyük önemi haiz dört yer vardır. Bunlar genelden özele doğru şunlardır: Filistin toprakları, Kudüs, Süleyman Mabedi ve Süleyman Mabedi’nin içinde bulunan Kutsallar Kutsalı denilen bölümdür. Hıristiyan inancına göre, İsa’nın gelmesiyle birlikte bu mekânlar dinî önemini kaybetmiş, bunların yerini bir şekilde İsa Mesih almıştır. Özelden genele doğru giderek anlatmak gerekirse İsa Mesih öldüğü anda Kutsallar Kutsalı’nın önünde bulunan perde yukarıdan aşağıya yırtılmıştır.  Böylece Tanrı ile insanoğlu arasındaki yol İsa Mesih’te açılırken Kutsallar Kutsalı da Kilise için önemini artık kaybetmiştir. Yahudilikteki ikinci önemli mekân Süleyman Mabedi’dir. Hıristiyan zihninde artık hiçbir anlamı olmayan bu Mabet, İsa’nın daha önce söylediği gibi MS 70 yılında yerle bir edilmiştir. Mabet’in yerini ise İsa’nın kendi bedeni almıştır. Bugün Hıristiyanların Kudüs’te hak iddia etmemesinin temel sebebi ise Yahudilerin Hıristiyan topraklarında hak iddia etmemesidir.

Müslümanların Kudüs’e dini olarak değer vermesinin öncelikli sebebi ilk kıble olmasından kaynaklanmaktadır. Kıble, bir dine inananları diğer din mensuplarından ayırt eden bir tür kimlik göstergesi olması bakımından önemli bir semboldür. Müslümanların Kudüs’e atfettiği değerin diğer sebebi miraç hadisesinde aldığı konumdan kaynaklanmaktadır. Miraç; yukarı çıkmak, yükselmek anlamındaki uruc kökünden türetilmiş olup yukarı çıkma vasıtası/merdiven anlamına gelmektedir. Kutsala doğru yapılan yolculuk olarak anlaşılmaktadır. Burada ilahi âlemlere yükselen dostlarla görüşmelerin yaşandığına, cennet ve cehennemde bulunan ruhların müşahede edildiğine, çeşitli hikmet ve sırlara vakıf olunduğuna inanılmaktadır. İslam geleneğinde Hz. İsa, Hz. İdris, Hz. İlyas ve Hızır’ın cennete yükseldiğine inanılmakta ve yükselişlerinin Kudüs’ten gerçekleştiği kabul edilmektedir.

Kudüs’ün dünyanın sonunda meydana gelecek hadiselerden bazıları ile ilişkilendirildiği görülmektedir. Bunlara göre Mehdi, bu şehre gelecek, kıyamet alametlerinden bir kısmı burada gerçekleşecek ve yeniden dirilişten sonra insanlar burada toplanacaktır. Kıyamet alametleri ve Mehdi konusunda çeşitli hadislerde yer alan rivayetler delil olarak alınır.

Müslümanların Kudüs ile derin tarihi ve dini bağları bulunmaktadır ki bu husus şehrin herhangi bir yerden daha fazla anlam ifade etmesine sebep olmaktadır. Kutsallığının gerekçeleri olarak sayılan hususlar her ne kadar zaman zaman tartışma konusu yapılsa da Kudüs, Müslümanların kutsalları arasında yer almaktadır. Ayrıca buraya atfedilen değer dolayısıyla Kudüs’te gerçekleşen hadiseler de bütün dünya Müslümanlarını etkilemektedir. Kudüs’ün bir süre Müslümanlara kıble olması ve Hz. Muhammed’in İsra gecesindeki ziyareti, bugün başka bir dinin mensuplarının elinde olmasını kabul etmeyi zorlaştırmaktadır. Bu arada şunu da belirtmek gerekmektedir ki burada ibadet etmeye ve buradaki ibadetin faziletlerine yönelik birtakım rivayetler, Müslümanların nezdinde şehrin kutsallığının salt tarihsel hadiselerle sınırlandırılmadığını gösterdiği gibi aynı zamanda Müslümanların ilgilerinin azalmaksızın bugün de devam etmesinin en önemli sebepleri arasında yer almaktadır. Dolayısıyla şehir, geçmişten bugüne Müslümanlar için ifade ettiği anlamı korumaktadır.

Kudüs, tıpkı “Cennetin Krallığı” filminde Selahaddin Eyyubi’ye “Kudüs senin için ne ifade ediyor?” sorusuna karşılık olarak söylettirilen “Hiçbir şey ama aynı zamanda her şey.” sözünün ifade ettiği anlama karşılık gelmektedir. Burası aslında bir kayalıktır ve kutsal olan oradaki taş ya da kaya değildir. Bu yönüyle hiçbir şey ifade etmeyen bir yerdir. Tıpkı benzer bir taşlık alan olan Mekke ve Kâbe gibi. Ama aynı zamanda bu kayalıkta bulunan anlam itibariyle inanan insanlar için her şeydir.

Sonuç olarak Kudüs’ün kutsallığına dair iddialar, her dinin kendi değerlerine göre aynı oranda değerli ve gerçektir. Böyle olduğu için de tartışma sona ermeyecektir. Bunun farkında olan ve Hz. Ömer’den itibaren burada hâkimiyet kuran Müslümanların hemen hepsi salt kendi değerlerini dayatmamışlardır. Yani temelde kendi hakikat iddialarının gerçek olduğunu, mutlak kutsallığı ifade ettiğini söylemişler lakin diğer inançların kutsallık iddialarını da bütünüyle görmezden gelmemiş, tam tersine onların da yaşamasına olanak sağlamışlardır. Bu yüzden Hz. Ömer, Kıyamet Kilisesi’nde namaz kılması talebine olumsuz cevap vererek ileride buranın mescide dönüştürülme riskinden söz etmiş, oranın öyle kalması gerektiğini belirtmiştir ve öyle de kalmıştır. Yönetimler değişmiş ancak kimse bu kiliseye dokunmamıştır. Aynı hassasiyetin neden Süleyman Mabedi için gösterilmediği sorulabilir. Müslümanlar oraya girdiklerinde Süleyman Mabedi’nin yerinde bir Roma tapınağının kalıntıları vardır. Yani Müslümanlar oradaki herhangi bir Yahudi yapısını dönüştürmediler, boş olarak bırakılmış ve çöplük haline getirilmiş bir alanı imar ederek asli formuna, kendi inandıkları şekilde dönüştürmeye çalışmışlardır. Bunu yaparken bile Kotel’e dokunmadıkları gibi Kotel’in kullanımını da engellememişlerdir. Ayrıca siyonistlere kadar Yahudiler bu alanla ilgili herhangi bir tasarrufta bulunmayı dinen caiz görmemişlerdir.

Günümüzde Kudüs konusundaki sorunu çözmek için dinlerden birinin kutsallık iddiasının gerçek olmadığını ispatlamak ve ötekini yok etmeye çalışmak problemi içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Tam tersine yapılması gereken burayı isminde olduğu gibi bir barış şehrine dönüştürmektir. Bunun yolu da tarihi iki bin yıl öncesine çevirmeye çalışmak değildir. Bu tarih yanılgısı ve çatışmadan başka bir işe yaramayacaktır.

Geçmişten günümüze Kudüs ile ilgili bir yazı hazırlayacağımı söylemiştim. Daha önce de söylediğim gibi birkaç makaleden alıntılar yaparak yazıyı oluşturdum. Burada belirtilmek istenen önemli husus şudur; Kudüs üç ilahi din için kutsal kabul edilmiştir lakin diğer dinlerin kabul etmediği, üç dinin de aynı kaynaktan ortaya çıktığı gerçeğidir. Yani aslında Yahudi için kutsal olan bir mekan Müslüman için de kutsaldır. Hıristiyanlar için kutsal olan bir mekan, Müslümanlar için de kutsal olmalıdır. Bakıldığı zaman üç ilahi din tarihin her döneminde aynı yerleri kutsal görüp buralar için savaşmıştır. Kutsalların aynı yerde olması demek bu dinlerin tek bir yerden çıktığı anlamına gelir. Zaten bu kabul edilmiş olsaydı Allah’ın insanlar için seçtiği idin olan İslam’ı tercih ederlerdi. Müslümanların bu değerleri ve kutsallarını unutmaması için sürekli olarak takip etmeleri gerekir. Yukarıda Yahudilerin dini yönden en zayıf olanları için bile geçerli olan duayı verdim. Aradan geçen zamana rağmen çocuklarına unutturmamak için dualarında en çok bu meseleye yer veriyorlar. En azından bizim de bu hassasiyete sahip olmamız gerekir.

Rabbim dünyanın her yerinde zulüm gören kardeşlerimizin yardımcısı olsun. Amin.

Tepkileriniz Nedir?

like
7
dislike
0
love
0
funny
0
angry
0
sad
0
wow
1

Bir Yorum Yaz