TÜRKİYE EKONOMİSİ ünite 1


Ünite 1: Türkiye Ekonomisinin Temel Özellikleri ve Dünya Ekonomisindeki Yeri
TÜRKİYE EKONOMİSİ ünite 1

Türkiye'nin Coğrafi Konumu ve Doğal Kaynakları

1. Türkiye’nin kara komşuları hangileridir? Cevap: Türkiye’nin kara komşuları; doğuda Gürcistan, Ermenistan, Nahçıvan (Azerbaycan’a bağlı) ve İran, batıda Yunanistan ve Bulgaristan, güneyde Irak ve Suriye’dir. En kısa sınır Nahçıvan (18 km), en uzun sınır ise Suriye (911 km) iledir.

2. Türkiye’nin iklim özellikleri nelerdir? Cevap: Türkiye coğrafi olarak 7 bölgeye (Marmara, Ege, Akdeniz, İç Anadolu, Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu) ve idari açıdan 81 vilayete (il) ayrılmıştır. Türkiye iklimsel olarak yarı kurak bir iklim özelliğine sahiptir. Kuzeyde her mevsim yağışlı olan Karadeniz iklimi, güneyde yazları kurak ve çok sıcak, kışlar ise ılık ve yağışlı olan Akdeniz iklimi görülür. İç bölgelerde (İç Anadolu, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmında) karasal iklim görülür. Az yağış alan bu bölgelerde yıllık ve günlük sıcaklık farkları çok olup, özellikle İç ve Doğu Anadolu’da kışlar uzun ve soğuktur.

Türkiye’nin Coğrafi Konumu ve Doğal Kaynakları

3. Türkiye’de göçü hızlandıran etmenler nelerdir? Cevap: Üretim faaliyetlerinin belli bölgelerde toplanması, bu bölgelere göçü tetiklemektedir. Coğrafi ve iklimsel zorlukların yanı sıra bazı kamu hizmetlerinin (eğitim, sağlık vb.) yetersizliği, ulaşım olanaklarının yetersizliği, kentlerin çekici yönü ile kırsal yaşamın itici yönü ve üretim ve istihdam olanaklarının sınırlı olması, dezavantajlı bölgelerden diğer bölgelere göçü hızlandırmaktadır.

4. Bor rezervlerinin Türkiye’deki durumu nedir? Cevap: Dünyada 8 ülkede bulunan bor rezervinin yaklaşık %73’ü Türkiye’dedir. Türkiye’deki başlıca bor yatakları Eskişehir- Kırka, Kütahya-Emet, Bursa-Kestelek ve Balıkesir-Bigadiç’te bulunmaktadır. Bor ve kimyasal bor bileşikleri 500’e yakın alanda kullanılan stratejik bir üründür. 2000 yılında 215 milyon dolar olan bor ihracatı, 2017 yılında 880 milyon dolara yükselmiştir. Borun işlenerek daha fazla katma değer ve ihracat geliri sağlamasına yönelik çalışmalar neticesinde 2000-2014 döneminde bor kimyasallarının ihracattaki payı ise %53’ten %95’e yükselmiş, ihracatta konsantre borun oranı ise %43’ten %5’e düşmüştür.

5. Türkiye’de su rezervlerinin fazla olmasına rağmen kullanılabilir su rezervlerinin az olmasının nedenleri nelerdir? Cevap: Türkiye durgun sular (göller) açısından da zengindir. Türkiye’nin sahip olduğu su kaynaklarının önemli bir kısmı buharlaşmayı ve yeraltı su kaynaklarını beslediği için kullanılamamaktadır. Diğer yandan göllerin bir kısmı da tuzlu ve sodalı olduğu için, bu durum kullanılabilir su rezervleri açısından olumsuzluk yaratmaktadır. Türkiye’de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1.519 m3 civarındadır. Türkiye, kullanılabilir su açısından zengin bir ülke değil, aksine su azlığı yaşayan bir ülkedir. Mevcut kullanılabilir su rezervleri, arıtma tesislerinin/ işlemlerinin yetersizliği, su havzalarındaki kontrolsüz yapılaşma, orman dokusunun bozulması ve çevre üzerindeki diğer baskılar nedeniyle ciddi tehdit altındadır.

Nüfus ve Demografik Göstergelerde Gelişmeler

6. Nüfus artışının etkilediği temel değişkenler nelerdir? Cevap: Nüfus, ülkenin emek (işgücü) arzının belirleyicisidir. Ayrıca, nüfus toplam tüketimi ve asker sayısını da belirlemektedir. Nüfus artışı sermaye birikimi, işgücü ve istihdam düzeyi, doğal kaynaklar, teknolojik gelişme, millî gelir, kamu harcamaları, konut talebi, beslenme, iç göç ve kentleşme (şehirleşme) gibi pek çok ekonomik ve sosyal değişkeni etkilemektedir. Yüksek nüfus artış hızına sahip ülkelerde, nüfus artış hızı ülke ekonomisinin yıllık net büyümesini (brüt ekonomik büyüme hızı – nüfus artış hızı) etkilemektedir.

7. Hızlı nüfus artışının Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde etkileri nelerdir? Cevap: Hızlı nüfus artışı, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, sınırlı kaynakların önemli bir kısmı demografik yatırımlar için harcanması demektir. Artan nüfusa bağlı olarak eğitim ve sağlık harcamalarına daha fazla ihtiyaç duyulur, konut talebi artar ve hızlı bir şehirleşme yaşanır. Hızlı nüfus artışı, ülkenin daha verimli yatırımlarına gidecek kaynaklarını emer, dolayısıyla hızlı ekonomik kalkınma açısından, kısa vadede, olumsuzluk yaratır. Diğer yandan ekonomik kalkınmanın başarılması ve sürdürülebilmesi için de demografik yatırımların mutlaka yapılması gerekir. Diğer taraftan nüfusun sayısal olarak yetersiz olması, ülkenin ekonomik kaynakları ve üretim gücünün atıl kalması başta olmak üzere birçok başka olumsuzluğa da yol açmaktadır. Diğer yandan nüfusun ülkenin ekonomik kaynaklarına ve potansiyeline göre fazla olması da işsizliğe, elde edilen gelirin daha çok kişi tarafından tüketilmesine, refah kaybına ve buna bağlı olarak pek çok ekonomik ve sosyal soruna neden olabilmektedir.

8. Mahmut döneminde yapılan ilk nüfus sayımının amaçları nelerdir? Cevap: Cumhuriyetten önce Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk nüfus sayımı II. Mahmut döneminde 1830-1831 arasında yapılmıştır. Bu sayımda sadece erkek nüfus sayılmıştır. Bu nüfus sayımında amaç, devletin asker potansiyeli ve vergi kaynaklarını tespit etmektir. Bir diğer amaç ise ülkede yaşayan Müslüman ve Müslüman olmayan (gayrimüslim) nüfusu belirlemektir. 9. Cumhuriyet Dönemi’nde yapılan ilk nüfus sayımının özellikleri nelerdir? Cevap: Cumhuriyet döneminde ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmıştır. Bu sayımda toplam nüfus, yaklaşık 13,7 milyon kişidir. İlk nüfus sayımında kadın nüfusu erkeklerden yaklaşık 400 bin kişi fazladır. Balkan Savaşlarının yanı sıra I. Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’nda verilen kayıplar nedeniyle toplam nüfus içinde erkek nüfusu azaltmıştır.

10. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi nedir? Cevap: Kişilerin yerleşim yerlerine göre nüfus bilgilerinin güncel olarak tutulduğu, nüfus hareketlerinin her an izlenebildiği, MERNİS (Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi) kayıtlarındaki T.C. Kimlik Numarasına göre kayıtlı kişiler ile ikamet adreslerinin eşleştirildiği TÜİK tarafından yürütülen bir kayıt sistemidir. Bu sistemde, TÜİK ile İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri (NVİ) Genel Müdürlüğü ortaklaşa çalışmaktadır. ADNKS, Ulusal Adres Veri Tabanı (UAVT) ve nüfus idaresinde yapılan işlemlerle devamlı olarak güncellenmektedir.

11. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’nin sağladığı faydalar nelerdir? Cevap: Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’nde (ADNKS) yerleşim yerlerinin nüfus büyüklüğü, yaş ve cinsiyet yapısı gibi bilgiler derlenmektedir. ADNKS’de Türkiye’de 6 aydan fazla kalacak yabancı uyruklu kişiler de ayrı bir form ile bu sisteme dahil edilmektedir. Yurt dışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da ayrı bir veri tabanında yaşadıkları ülke, şehir, yerleşim yeri, nüfus bilgileri ile yer almaktadır. Buna ek olarak, yüz yüze görüşme yolu ile hane halkları ve hane halklarının oturduğu konutlara ilişkin bilgiler ile sayımı yapılan kişilerin başlıca demografik, sosyal ve ekonomik nitelikteki detaylı bilgileri de derlenmektedir. Önceki genel nüfus sayımları (de facto yönteme göre), ADNKS gibi detaylı ve net bilgiler vermemekte idi.

12. Osmanlı Dönemi’nin son dönemleri ile II. Dünya Savaşı’na kadarki dönemde Türkiye’deki nüfusun artışında gelişmeler nelerdir? Cevap: Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki savaşlar nedeniyle ülke nüfusu özellikle de erkek nüfusu azalmış idi. Diğer yandan yetersiz sağlık hizmetleri, bulaşıcı hastalıklar, yetersiz beslenme, yüksek ölüm oranları ve diğer faktörler de ülke nüfusunu olumsuz etkilemiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra nüfus artışı teşvik edilmiştir. İlk yıllardaki nüfus artışında, doğum oranlarındaki artış kadar eski Osmanlı topraklarından mübadele anlaşmaları ve göçlerle gelenler de etkili olmuştur. II. Dünya Savaşı’na denk gelen 1940-1945 döneminde ortalama yıllık nüfus artışı hızı binde 10,59 ile Cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesine inmiştir. Bu gelişmede, bebek ölüm oranlarının yüksek olması ve silah altına alınan erkek nüfusa bağlı olarak doğum oranlarındaki azalma etkili olmuştur.

13. II. Dünya Savaşı ile 1955-1960 dönemi arasında Türkiye’nin nüfus özellikleri nelerdir? Cevap: Dünya Savaşı’nın ardından teşvik ve diğer tedbirlerin de etkisiyle nüfus artış hızı tekrar yükselmeye başlamıştır. Yol Vergisi’nden istisnalar (en az 5 çocuğu olanların muaf tutulması), çocuklu memurlara yardım yapılması ve ikramiye verilmesi, hayatta altı çocuktan daha fazla çocuğu olan annelere maddi ödül verilmesi gibi teşvikler, doğum oranını artırmıştır. Tıbbi alanda sağlanan iyileşmeler ile doğum ve doğum sonrası anne ve çocuk sağlığına daha fazla önem verilmesi, devletin doğumla ilgili yardımları ücretsiz vermesi ve salgın hastalıklarla mücadelenin yaygınlaştırılması, ölüm oranlarını nispeten azaltmıştır. Bu dönemde eski Osmanlı coğrafyasından Anadolu’ya göç edenler de nüfus artışında temel nedenleri arasındadır. Nüfus artışı 1955-1960 döneminde nüfus artışı rekor düzeye ulaşmıştır.

14. 1960 sonrası Türkiye hızlı nüfus artışının etkileri nelerdir? Cevap: Hızla artan nüfus beraberinde istihdam sorununu gündeme getirmiş, aşırı nüfus artışının ekonomik kalkınmaya olumsuz yansımaması için kalkınma planlarında nüfus artışını kontrol altında tutmaya yönelik tedbirler öngörülmüştür. 1960’lı yıllardan itibaren aile planlaması ön plana çıkmıştır. 1960 yılına kadar nüfus artışını teşvik eden pronatalist politikanın yerini artık nüfus artışını sınırlandırmaya yönelik antinatalist politika almıştır. Bu kapsamda aile planlaması ve doğum kontrolüne yönelik çeşitli tedbirler, nüfus artış hızını istenilen ölçüde olmasa da yavaşlatmaya başlamıştır. 1960’larda başlayan yurt dışına işçi göçleri de nüfus artışının yavaşlamasına katkı sağlamıştır. Ülke nüfusu 1975 yılı sonrasında sınırlı ölçüde de olsa azalma eğilimine girmiştir. Nüfus artış hızında ciddi düşüş ise 1985’ten sonra gerçekleşmiştir. Nüfus artışında son yılların en büyük düşüşü 2012 yılında (binde 12) gerçekleşmiştir.

15. Türkiye’de yaşanan demografik geçiş sürecinin yansımaları nelerdir? Cevap: Türkiye’de eğitim seviyesinde artış, kentleşme, kadının çalışma hayatına daha fazla katılımı, evlenme yaşının giderek yükselmesi, doğurganlığın azalması ve diğer sosyoekonomik şartlar ailelerde çocuk sayısının azalmasında etkili olmuştur. Türkiye, gelişmiş ülkelerin 20. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı, “demografik geçiş” sürecini yaşamaktadır. Türkiye, gelişmiş ülkelerin günümüzde yaşadığı sorunları yaşamamak için nüfus artışını hızlandırmak, en azından dünya ortalamasını tekrar yakalamak adına birtakım politikaları devreye sokmuştur. Bunlardan bazıları; sosyal güvenliği olmayan ailelere gebelik tedavisi sağlanması, doğum izninin 16 haftadan 24 haftaya çıkarılması, çalışan annelere süt izni kolaylığının artırılması, işyerlerine kreş ve ailelere üç çocuğa kadar doğum parası, çocuk sayısına göre vergi indirimi gibi tedbirlerdir.

16. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanından günümüze eğitim ve öğretim ile ilgili demografik değişiklikler nelerdir? Cevap: Türkiye’de eğitim ve öğretim anlamında Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze önemli ilerleme sağlanmış olsa da gelişmiş ülkelerin düzeyi henüz yakalanamamıştır. 1927’de %10’lar düzeyinde olan okuryazarlık oranı 2017’de %97’ye yükselse de hâlâ kadın nüfusun %4,9’u okuryazar değildir. Türkiye’de yaklaşık 11 milyon kişinin okula hiç gitmediği ve/veya zorunlu eğitim süresini tamamlayamadığı bilinmektedir. 2,3 milyon kişi ise okuma yazma bilmemekte ve bunların büyük bir bölümünü kadınlar oluşturmaktadır. Buna karşılık nüfusun yaklaşık %13’ü (10.340.326 milyon kişi) yüksekokul ve üstü eğitime sahiptir.

17. Türkiye’de eğitim ve öğretim ile ilgili yaşanan sorunlar nelerdir? Cevap: Türkiye’de, gelişmiş ülkelere kıyasla daha hızlı artan nüfus, eğitim açısından yeni derslik, öğretmen, personel, araç- gereç vb. ihtiyacını artırmaktadır. Bir taraftan artan nüfusun eğitim ihtiyacını karşılamak, diğer taraftan eğitim kalitesini yükseltmek daha fazla kaynak gerektirmektedir. Bir diğer önemli bir husus, ülkenin ihtiyaç duyduğu insan kaynağının niteliği ile eğitim sonucu mezun olanların niteliklerinin uyuşmamasıdır. Türkiye’de eğitim politikasının sürekliliği olan bir stratejiye göre oluşturulamaması, eğitimde önceliklerin ve sistemlerin sürekli değişmesi, eğitim çıktılarına olumsuz yansımaktadır. Eğitim sektörü ile bu sektörün çıktılarını kullanacak sektörler ve kamu kurumları arasında tam bir eşgüdüm olmaması, eğitimli işsizlerin büyük boyutlara ulaşmasına katkıda bulunmaktadır. Bu noktada, Millî Eğitim Bakanlığı, üniversiteler ve eğitimle ilgili sivil toplum kuruluşlarının eğitim çıktılarını kullanan sektörler ve bakanlıklar arasında insan kaynağı planlaması ve nitelikli işgücü ihtiyacını karşılamak için uzun vadeli iş birliği ve stratejik planlar gereklidir.

İşgücü Piyasası ve Sosyal Güvenlikte Gelişmeler

18. Aktif nüfus ne anlama gelmektedir? Cevap: Aktif nüfus, ülke nüfusunun çalışma çağındaki nüfusu için kullanılır ve 15-64 yaş arasındaki bireylerden oluşur. Aktif nüfus (daha geniş tanımla kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfus), ülkenin işgücü arzını oluşturur.

19. Kurumsal olmayan nüfus ne anlama gelmektedir? Cevap: Üniversite yurtları, yetiştirme yurtları (yetimhane), huzurevi, özel nitelikteki hastane, hapishane, kışla vb. yerlerde ikamet edenler dışında kalan nüfus kurumsal olmayan nüfustur. Kurumsal olmayan nüfus içerisindeki 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus, kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusu oluşturmaktadır.

20. İş gücü ne anlama gelmektedir? Cevap: İşgücü, ekonomik mal ve hizmetlerin üretimi için emek arzında bulunan çalışma çağındaki nüfusu kapsar. İşgücü, istihdamda olanlar ile işsizlerin toplamı olarak ifade edilmektedir.

21. İş gücüne katılma oranı ne anlama gelmektedir? Cevap: İşgücüne katılma oranı (İKO), nüfusun işgücü olan kısmının kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfusa (15 ve üstü yaş grubuna) oranıdır. İKO, nüfusun yaş gruplarına göre dağılımının yanı sıra okullaşma oranı, emeklilik yaşı, kişi başına gelir düzeyi gibi pek çok ekonomik ve sosyal değişkene bağlıdır. Ülkede işgücüne katılım oranı düştükçe, bağımlılık oranının yanı sıra işsizlik de artmaktadır.

22. Bağımlılık oranı ne anlama gelmektedir? Cevap: Bağımlılık oranı, ülkede çalışan (15- 64 yaş arası) her 100 kişinin bakmakla yükümlü olduğu çalışmayan (0-14 ile 65+) kişi sayısı ile ölçülmektedir. Bu oran gençler ve yaşlılar için ayrı ayrı hesaplanmaktadır. Aktif çağdaki nüfus ne kadar çok üretim sürecine katılırsa, bağımlılık oranı o derece düşer.

23. İş gücü maliyeti ne anlama gelmektedir? Cevap: İşgücü maliyeti, işverenin ücretli çalışanlara yaptığı toplam ödemelere (kazanç) ek olarak sosyal güvenlik ödemeleri ve diğer işgücü maliyeti ödemelerini kapsar. İşgücünün emeği karşılığında işverenin ödediği ücretin dışında, işveren istihdam ettiği bireyler için başka çeşitli ödemeler de yapmaktadır.

24. Ülkemizde 1970’lerden 2009 yılına kadarki süreçte işsizlik ve istihdam ile ilgili gelişmeler nelerdir? Cevap: 1970’lerden günümüze Türkiye ekonomisinin karşılaştığı en önemli sorunlardan birisi işsizliktir. Nispeten daha liberal ekonomi politikalarının izlendiği 1980 yılından günümüze işsizlik oranları %6,5’in altına indirilememiştir. 2002 ile 2008’in ilk yarısındaki dönemde ise hızlı ekonomik büyümeye rağmen, işsizlik oranları genelde çift haneli rakamlarda seyretmiştir. Üretim artışı için yeni işgücü alımı yerine mevcut işgücünün vardiyasının artırılmasının yanı sıra daha yoğun teknoloji ve makine kullanımı işgücü piyasasına olumsuz yansımış ve işsizliği artırmıştır.

25. 2009 yılında yaşanan küresel mali krizin Türkiye’nin işsizlik ve istihdam sürecine etkileri nelerdir? Cevap: Küresel mali krizin etkisiyle 2009 yılında üretimde yaşanan daralma, işsizlik oranını %14 gibi rekor düzeylere çıkarmıştır. Türkiye, küresel mali krizin olumsuz etkilerini azaltmak ve işsizlikle daha etkili mücadele için aktif istihdam politikalarına yönelmiştir. Bu kapsamda işsizlere iş ve meslek danışmanlığı gibi danışmanlık hizmetleri sunma, mesleki eğitim, istihdam yaratanlara ve kendi işini kuranlara parasal destekler ve çeşitli kolaylıklar, işsizlere kamuda geçici ve daimi istihdam, gençlere yönelik çeşitli teşvikler ve engellilere yönelik istihdam tedbirleri alınmıştır. Aktif istihdam politikasında önemli bir rol üstlenen İŞKUR istihdam garantili kurslar/ işgücü yetiştirme kursları/ işbaşı eğitim programı, girişimcilik kursları, engellilere yönelik kurslar, hükümlü ve eski hükümlülere yönelik kurslar, işsizlik sigortası kapsamında düzenlenen kurslar ve diğer kurs ve programlarla işsizlere yeni nitelikler kazandırarak istihdama katkı sağlamaktadır. Pasif istihdam politikası kapsamında işsizlik sigortasından faydalanma şartları hafifletilmiştir. Krizin olumsuz etkilerinin azalması ve istihdama getirilen teşviklerle beraber, işsizlik oranı Mayıs 2012’de %8,2 seviyesine düşmüştür. 2012-2018 dönemine bakıldığında ise işsizliğin arttığı görülmektedir. Genç işsizlik oranı %18-%21 arasında dalgalı bir seyir izlemektedir. Ağustos 2018 verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 3,7 milyon kişi işsiz olup, işsizlik oranı %11,1’dir.

26. 2000-2018 yılları arasında toplam istihdamda tarımın payındaki değişiklikler nelerdir? Cevap: 2000-2018 döneminde toplam istihdamda tarımdaki istihdamın payı hızla azalarak, %36’dan %19,4’e inmiştir. Tarımdan ayrılan işgücünün çoğunluğu hizmetler sektöründe istihdam edilmektedir. Tarımın istihdamdaki payı azalırken, hizmetler sektörünün payı %46,3’ten %54’e yükselmiştir. Türkiye’de, tarımın istihdamdaki payı gelişmiş ülkelere göre hâlâ oldukça yüksektir. Türkiye’de istihdam olanaklarının artırılması için daha fazla yeni yatırımlara ihtiyaç vardır. İşsizlikle mücadelenin başarılması, kamunun hem yeni yatırımlarla istihdam olanakları yaratması hem de yatırım ve istihdam konusunda özel sektörü teşvik etmesi ile mümkün olacaktır.

27. Türkiye’de iş gücüne katılım oranındaki gelişmeler nelerdir? Cevap: Türkiye’de işgücüne katılma oranı, gelişmiş ülkelere göre düşüktür. 2017 yılında Türkiye’de İKO %52,8 iken, bu oran AB’de %73, G7’de %74 ve OECD’de %72’dir. Türkiye’de kadınların işgücüne katılımının düşük olması toplam İKO’yu olumsuz etkilemektedir. 2004–2018 (Ağustos) döneminde kadınların işgücüne katılım oranı %23’lerden %35’ler seviyesine çıksa da bu oran gelişmiş ülkelerin (AB-28’de %62,5) oldukça gerisindedir. Buna karşılık ülkemizde bireylerin eğitim seviyeleri yükseldikçe işgücüne katılım oranları da artmaktadır. İşgücüne katılma oranının düşük olduğu her ekonomide bağımlılık oranı yüksektir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde genç bağımlılık oranı (0-14) daha fazla iken, gelişmiş ülkelerde yaşlı bağımlılık oranı daha yüksektir.

28. Türkiye’de iş gücü maliyetlerine ilişkin gelişmeler nelerdir? Cevap: 2016 verilerine göre, imalat sanayisinde saat başına brüt giydirilmiş ücret, istihdamdaki vergi yükü, kıdem tazminatı yükü ve işten çıkarma maliyetinde, Türkiye OECD ülkeleri arasında ilk sıralardadır (TİSK, 2016, s. 8, 14, 19, 20). 2014 verilerine göre, Türkiye’de çalışılan süreye ilişkin ücretin toplam işgücü maliyetindeki payı, yaklaşık %35’tir. Türkiye’de çalışılan saatle (üretimle) bağlantılı ücret payının küçüklüğü nedeniyle ücret-verimlilik ilişkisi kurulamamakta ve ücret artışlarının verimliliğe etkisi çok sınırlı kalmaktadır (TİSK, 2015, s. 9). Türkiye’de istihdamın artırılabilmesi için yüksek olan işgücü maliyetlerinin (özellikle çalışılan süreye ilişkin ücretin dışındaki işgücü maliyetlerinin) aşağıya çekilmesi gerekmektedir. İşgücü maliyetlerindeki düşüş kayıt dışı istihdam ve işsizliği azalmasına, verimliliğin ise artmasına katkı sağlayacaktır.

29. Sosyal güvenlik ne anlama gelmektedir? Cevap: Uluslararası standartlar bakımından sosyal güvenliğin kapsamında kısa ve uzun vadeli ekonomik ve sosyal risklere karşı sigorta oluşturulması ve belirlenen hak sahiplerine aylık bağlanması ya da diğer ödemelerin yapılması yer almaktadır. Geniş anlamda sosyal güvenlik kapsamına sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar da girmektedir. Sosyal hizmetler daha çok bakıma muhtaç durumdaki bireylere yönelik verilen ve onların onurlu bir yaşam için gerekli tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını kapsamaktadır. Sosyal yardımlar ise yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik yardımlardır. Sosyal güvenlik kavramı her ne kadar sosyal yardım ve sosyal hizmetleri de içeren geniş bir anlama sahip olsa da sosyal güvenlik sistemleri ağırlıklı olarak sosyal sigortalar temelinde oluşmuştur.

30. Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal güvenlik sistemi ile ilgili temelleri neye dayanmaktadır? Cevap: Türkiye Cumhuriyeti’nde sosyal güvenlikle ilgili düzenlemelerin bir kısmının temeli Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanmaktadır. 19.yy’da Darülaceze (düşkünler yurdu), Darüşşafaka (yoksul, öksüz ve yetimler için okul) gibi kurumların yanı sıra emeklilik ve yardımlaşma sandıkları kurulmuştur (http:// www.sgk.gov.tr/wps/portal/tr/kurumsal/tarihce Erişim 30.07.2012). Modern anlamda sosyal güvenlik Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa’ya oranla oldukça geç gelişme göstermiştir. Tanzimat sonrasında çalışma hayatı ve işçilerle ilgili kanuni düzenlemeler (Maden Nizamnamesi (1863), Dilaver Paşa Nizamnamesi (1865) ve Maadin Nizamnamesi (1869)) ise dar kapsamlı kalmıştır.

31. II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’de sosyal güvenlikle ilgili düzenlemeler nelerdir? Cevap: II. Dünya Savaşı’ndan sonra çıkarılan 4792 sayılı İşçi Sigortaları Kurumu Kanunu (1945) ile Cumhuriyet tarihinin ilk geniş kapsamlı sosyal güvenlik kurumu, İşçi Sigortaları Kurumu kurulmuştur. 1950’de ise 5434 sayılı Kanun ile Emekli Sandığı kurulmuştur. Emekli Sandığı ile sayıları 11’i bulan emeklilik sandıkları ortadan kaldırılmış, bütün devlet görevlilerinin emeklilik işlemleri de bir çatı altında toplanmıştır. Sosyal güvenlik alanında 1961 Anayasası kabulünün ardından 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu uyarınca 1965 yılında İşçi Sigortaları Kurumu, Sosyal Sigortalar Kurumu’na (SSK’ya) dönüştürülmüştür. 506 sayılı Kanun ile işçi statüsünde çalışanlarla ilgili düzenlemelerde birlik sağlanmış, işçilerin sosyal güvenlik ile ilgili hakları genişletilmiştir. 1972 yılında 1479 sayılı Kanun ile Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu (BAĞ-KUR) kurulmuştur. 1479 sayılı Kanun ile (Bağ-Kur ile) esnaf, sanatkâr ve diğer bağımsız çalışanlar sosyal güvence kapsamına alınmıştır. 1977’de yapılan kanuni düzenleme ile köy ve mahalle muhtarları BAĞ-KUR kapsamında zorunlu sigortalı olmuştur. Ardından 1979 yılında herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi olmayan vatandaşların yanı sıra ev hanımlarına BAĞ-KUR kapsamında isteğe bağlı sigortalı olma hakkı verilmiştir. 1983 yılında yapılan düzenleme ile tarım kesiminde çalışanlar sosyal güvenlik sistemine dâhil edilmiştir. BAĞ-KUR kapsamındaki sigortalılara sağlık sigortası yardımları verilmesi, ancak 1986 yılında mümkün olabilmiştir.

32. 2000’li yıllarda Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminde üç farklı örgütlenme olmasının sonuçları nelerdir? Cevap: 2000’li yıllara gelindiğinde, Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminde üç farklı örgütlenmenin yanı sıra farklı yasal düzenlemeler mevcut idi. Bu ise sosyal güvenlik kapsamındaki bireylerin hak ve yükümlülükleri arasındaki norm ve standart birliğini ortadan kaldırmıştır. Bu farklılıkların giderilmesi, norm birliğinin sağlanması ve sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulması amacıyla sosyal güvenlik reformu yapılması gereği ortaya çıkmıştır. Esasında sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında birleştirilmesi fikrine ilk kez Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (1963-1967) yer verilmiştir. 16 Mayıs 2006’da kabul edilen 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile SSK, Emekli Sandığı ve BAĞ-KUR, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) çatısı altında toplanmıştır. Böylece farklı kurum ve kanunlara tabi sigortalıların sigorta hak ve yükümlülüklerinin eşitlenmesi, mali olarak sürdürülebilir tek bir emeklilik ve sağlık sigortası sisteminin kurulması öngörülmüştür. Sosyal güvenlikteki bu reform süreci ile aynı zamanda nüfusun tamamına eşit, kolay ulaşılabilir ve kaliteli sağlık hizmeti sunumunu amaçlayan genel sağlık sigortası sisteminin oluşturulması hedeflenmiştir.

33. Gelir testi ne anlama gelmektedir? Cevap: Gelir Testi, herhangi bir kapsamda sosyal güvencesi olmayan vatandaşların prim ödeyip ödeyemeyeceklerini; ödeyeceklerse ne kadar prim ödeyeceklerini belirleyen işlem gelir testidir. Bu kapsamdaki vatandaşlar genel sağlık sigortalısı oldukları tarihten itibaren ikametlerinin bulunduğu yerdeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına müracaat ederek gelir testi yaptırmaktadırlar.

Tasarruf Eğilimi ve Bölgesel Kalkınmada Gelişmeler

34. Tasarruf etmek neden önemlidir? Cevap: Dışa kapalı bir ekonomide tasarrufların yatırımlara eşit olduğu kabul edilir. Ülkede yurt içi tasarruf eğiliminin (oranının) yüksek olması, yatırımların finansmanını kolaylaştırır. Dışa açık ekonomide ise yurt içi tasarrufların yetersiz olduğu durumda yurt dışı tasarruflara başvurulur. Yurt dışı tasarruflar, kısa vadede ekonomide ek kaynak yaratmaları ve düşük maliyetli olmaları bakımından tercih edilse de istenmeyen sonuçlar da ortaya çıkabilmekte; ekonominin dışa bağımlılığı artmakta, uzun vadede ülkenin hem ekonomik hem de siyasi bağımsızlığına etki edecek sonuçlar ortaya çıkabilmektedir.

35. Türkiye’de 1989-2017 yılları arasında yurt içi tasarrufların durumu nedir? Cevap: 1989-2017 döneminde yurt içi tasarruflar/ GSYH oranı azalma eğilimindedir. 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ve diğer liberal tedbirlerin alındığı süreçte faiz oranlarının serbestleşmesi sonrasında faiz oranları artmıştır. Faiz oranlarındaki artış, kamunun bütçe açıkları ve kamu kesimi borçlanma gereğinin (KKBG) yüksek olmasından dolayı kamu tasarruflarında düşüşe, özel tasarruflarda yükselişe neden olmuştur. 1992- 2004 döneminde tasarruf oranının azalmasında kamunun negatif tasarrufları etkili olmuştur. 1994’deki krizden, yine bir kriz yılı olan 2001’e kadar kamu kesiminin tasarruf-yatırım açığı giderek artmış, bu açığın Merkez Bankası parası ile kapatılmaya çalışılması enflasyonda yükselişe yol açmıştır. Bununla birlikte, yüksek faiz oranları özel tasarrufları yatırıma dönüştürmekten çok kamu açıklarını finanse etmeye yöneltmiştir. 2001 sonrası dönemde tasarruf oranlarının azalmasında özel sektördeki tasarruf eğilimindeki düşüş belirleyici olmuştur. Bu dönemde kamu tasarrufları/GSYH oranındaki artış, özel sektör tasarruflarındaki düşüşü karşılayamamıştır. Yeni dönemde faiz oranlarındaki düşüş ve verimlilikteki artış özel sektörü yatırıma yöneltmiş, şirketler kesimi tasarrufları büyük oranda azalmıştır. Düşen faiz oranları ve artan kredi imkânları ile birlikte hane halkı, tüketim harcamalarını artırmış, böylece özel kesim tasarruf oranları düşüşü hızlandırmıştır. 2000’li yıllara kadar kamu tasarruf açığı özel tasarruf fazlası ile kapatılırken, 2000’li yıllarda durum değişmiş, mali disiplin sayesinde kamu tasarruf açığı azalma eğilimine girmiştir.

36. Türkiye’de tasarruf eğilimini etkileyen faktörler nelerdir? Cevap: Türkiye ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirebilmek için daha fazla yatırıma dolayısıyla daha fazla tasarrufa ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’de tasarruf oranlarına baktığımızda, tasarruf eğilimimizin orta-yüksek gelirli ülkelerin tasarruf oranlarının altında olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’deki tasarruf eğiliminin düşük çıkmasında ülkedeki tasarruf anlayışının da önemli etkisi vardır. Ülkedeki tasarrufların kayda değer bir kısmı “yastık altı” şeklinde değerlendirilmekte ve finansal sistemde değerlendirilmediği için de yatırımların finansmanında kullanılamamaktadır. Mevcut yapının oluşmasında bireylerin ve toplumun tasarruf anlayışı kadar, tasarrufları değerlendiren finansal sistemin özelikle bankacılık sisteminin de önemli payı vardır.

37. Türkiye’de 1963-2000 yılları arasında kalkınma politikaları nelerdir? Cevap: 1963-1982 döneminde DPT’nin hazırladığı kalkınma planlarında bölgesel kalkınma için ilk önce altyapının geliştirilmesine ağırlık verilmiştir. İlk dört kalkınma planında bölgesel gelişmeyi teşvik etmek için finansal teşvikler, vergi indirimleri, pilot projeler, özel sektör yatırımlarına yönelik teşvikler, sektörel planlama, kalkınmada öncelikli iller, il planlaması, yatırımlar için faiz indirimleri, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) gibi bölgesel projeler ve çeşitli finansal yardımlar gibi araçlar kullanılmıştır. 1985-2000 döneminde kullanılan araçlar ise bölge kaynaklarının belirlenmesi için gelişme programlarının hazırlanması ve yatırımların buna göre yapılması, öncelikli bölge ve sektörler için altyapının hazırlanması, kalkınmada öncelikli bölgelere finansal yardımların artırılması, sanayi bölgelerinin oluşturulması, önceden başlanan bölgesel kalkınma projelerindeki yatırımların hızlandırılması, konut ve altyapı projeleridir. 2000 yılına kadar olan dönemde yerel aktörler bölgesel kalkınma planlamasının dışında kalmıştır. Ayrıca bu döneme kadar dalgalı bir seyir izleyen bölgesel planlama, kavramsal ve özellikle uygulama olarak ülkemizde yeterince gelişememiştir. Türkiye’de Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında önerilen “kalkınma ajansı” şeklindeki yerel kurumsal yapı tesis edilemediğinden hazırlanan kalkınma planlarından bölgesel düzeyde GAP dışında hedeflenen başarı elde edilememiştir.

38. Gayri safi katma değer ne anlama gelmektedir? Cevap: Temel fiyatlar üzerinden çıktı ile alış fiyatı üzerinden ara tüketim (ham madde ve diğer ara girdiler) arasındaki farktır. Üretimdeki diğer vergiler, çalışanların ücretleri, iş yeri karı, sabit sermaye harcamaları ve bilanço kalemi işletme fazlası gibi unsurlar, temel fiyatlarla katma değer içinde yer alır.

Dünya Ekonomisinde Türkiye'nin Yeri

39. Satın alma gücü paritesi ne anlama gelmektedir? Cevap: Satın alma gücü paritesi, ülkeler arasındaki fiyat düzeyini dikkate alarak bir paranın farklı ülkelerdeki satın alma gücünü karşılaştırır. Örneğin, aynı sepet malın bedeli, A ülkesinde 10 dolar iken, B ülkesinde 5 dolar ise, B ülkesinde paranın satın alma gücü A ülkesindekinin 2 katıdır. Dolayısıyla, B ülkesinde elde edilen gelirin satın alma gücü A ülkesindekinin iki katıdır. Tasarruf Eğilimi ve Bölgesel Kalkınmada Gelişmeler

40. TÜİK verilerine göre Türkiye’de bölgelerin gayri safi katma değere katkıları ne şekildedir? Cevap: TÜİK (2014) verilerine göre, Türkiye’de bölgesel düzeyde (Düzey 2) temel sektörlerin bölgesel gayri safi katma değere (GSKD) katkısında ciddi farklılıklar mevcuttur. Tarımın bölgesel GSKD’ye en fazla katkı sağladığı ilk üç bölge sırasıyla Ağrı, Kırıkkale ve Konya’dır. Tarımın bölgesel gayri safi katma değere en az katkı sağladığı bölge ise İstanbul’dur. Sanayi sektörünün bölgesel GSKD’ye en fazla katkı sağladığı ilk üç bölge Tekirdağ, Kocaeli ve Bursa, sanayinin bölgesel katma değerde en düşük paya sahip olduğu bölge ise Ağrı’dır. Hizmetler sektörünün bölgesel GSKD’de en fazla paya sahip olduğu bölgeler Antalya, İstanbul ve Ankara’dır. Hizmetler sektörünün bölgesel GSKD’de en düşük paya sahip olduğu bölge ise Tekirdağ’dır. Sektörlerin istihdama katkısı açısından bakıldığında tarımın istihdama en fazla katkı yaptığı ilk beş bölge Ağrı, Kastamonu, Trabzon, Van, Erzurum ve Samsun şeklindedir. Sanayinin istihdama en fazla katkı yaptığı ilk beş bölge Bursa, Kocaeli, Tekirdağ, Gaziantep ve İstanbul olarak sıralanmaktadır. Hizmetler sektörünün istihdama en fazla katkı yaptığı ilk beş bölge ise Ankara, İstanbul, Mardin, Antalya ve İzmir şeklindedir. Gelişmiş bölgelerin istihdam yapısının, hizmetler ve sanayi sektörleri ağırlıklı olduğu görülmektedir.

Dünya Ekonomisinde Türkiye'nin Yeri

41. İnsani Gelişme Raporu ne anlama gelmektedir? Cevap: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 1990 yılından bu yana yıllık hazırlanan İnsani Gelişme Raporu’nda, ülkelerin “İnsani Gelişmişlik Endeksi (İGE)” değerleri yayımlanmaktadır. UNDP raporlarında ülkelerin insani gelişmişlik düzeylerini uzun ve sağlıklı yaşam, eğitim (bilgi) ve gelir (insanca yaşamaya imkân veren) boyutlarına göre değerlendirmektedir. İnsani gelişmede asıl amaç, yalnızca gelirleri artırmak değil, aynı zamanda insan hakları, özgürlükleri, yetkinlikleri ve fırsatları genişleterek ve insanların uzun, sağlıklı ve yaratıcı yaşamlar sürmelerini güvence altına alarak insanların seçeneklerini en üst düzeye çıkarmaktır.

42. İnsani Gelişme Raporu’na göre Türkiye’nin insani gelişmişlik düzeyi nasıldır? Cevap: UNDP, ülkeleri insani gelişmişlik düzeylerine göre çok yüksek insani gelişme, yüksek insani gelişme, orta insani gelişme ve düşük insani gelişme olmak üzere 4 gruba ayırmaktadır. 2017 verilerine göre, Türkiye insani gelişmişlikte 178 ülke arasında 64’üncü sırada olup, yüksek insani gelişme grubunda yer almaktadır. Türkiye insani gelişmişlikte (İGE değeri 0,791) dünya ortalamasının (0,728) üstünde yer alsa da İGE değeri gelişmiş ülkelerin (2017 yılı için OECD ülkeleri İGE değeri; 0,895) gerisindedir (UNDP, 2018). Bu sonuçta eğitim, bilim, sağlık ve diğer çevresel faktörlere ilişkin endekslerdeki düşük performanslar Türkiye’nin sıralamadaki yerini aşağıya çekmiştir. Türkiye özellikle eğitim, sağlık, gelir dağılımı gibi ekonomik ve sosyal konularda gelişmiş ülkelerin yanı sıra pek çok gelişmekte olan ülkenin gerisinde kalmıştır.

 

kaynak : aöf 

Tepkileriniz Nedir?

like
0
dislike
0
love
0
funny
0
angry
0
sad
0
wow
0

Bir Yorum Yaz